|
Binlerce yıllık insanlık tarihi, milyarlarca insanın hayatlarına mal olan bir karanlıklar, acılar tarihi dökümü olarak yer aldı. Tanrı’nın varlığını sorgulayan pek çok kişinin bu olguyu kabul etmelerini güç kılan etkenlerin başında işte hep bu içinde yaşanılan dünyanın geçirdiği üzücü tarihsel olaylar ve de tanık olunan çok derin problemler gelmektedir. Onlara göre, böylesi acı ve sefillikler içinde bir dünya yaratmış Tanrı’nın iyiliğinden ya da idealliğinden söz etmek nasıl mümkün olabiler?
Sorunun cevabı, aslında, Tanrı’nın insanlarla olan ilişkisinin tabiatında yatmaktadı. İnsan ve Tanrı arasındaki ilişkiye yön veren prensipler, yine Tanrı tarafından, hem yaratıcının kendisine hem de yaratığı varlıklara sevinç vermek üzer belirlenmişlerdi. Bu prensiplerin belli başlılarından biri de, insanların, Tanrı’nın iradesine uygun olarak, kendi hür iradelerini sorumlu bir biÇimde kullanmaları yönünde olanıdır. İnsanlar, Tanrı’ya itaatten kaçındıklarında, Tanrı’nın prensipleri ihlal edileceğinden, acılarla bezeli bir kaosun ortaya çıkması da kaçınılmaz olur. Dolayısı ile, insanların Tanrı’ya itaat edip etmemeleri, yaşam ve tarihlerini yönlendiren en büyük etkendir.
İnsanlık tarihi ve var olan dünya gerçekleri, örneğin kötülüklerle yüklü bir tarihin neden bunca uzun sürdüğü, Adem ve Havva’dan bu yana Tanrı adına nelerin gerçekleştirildiği ve daha nelerin yerine getirilmesi gerektiği, dünden bugüne yer alan dini figürlerin herbirinin, insanları asal saflıklarına ulaştırmada, Tanrı'nın belirlediği belli bir plan içindeki rollerinin neler olduğu ve en sonda kötülüğü tamamen ortadan kaldırmak için neler yapılması gerektiği gibi kafamızı kurcalayan bir dolu sorunun açıklığa kavuşmasını beklemekte. Bu ve benzeri sorular, insanlarca somut ve sonuç getirici zeminler içinde cevaplandırılmadıkça, insanların Tanrı’ya olan inanç temelleri yeterli sağlamlıkta olmayacağı gibi, o insanları ikna edebilmek de mümkün olmayacaktır.
Günümüz insanının ininç yaşantısının güçlülüğü, Tanrı’nın insanlık için varolan düşünce ve eylemleini belli bir bütünlük içinde inceleyip, değerlendirmesi, dolayısı ile, tarih boyunca Tanrı’nın nasıl bir plan içinde neleri ölçü alarak hareket ettiğini anlaması ile paralel gider. Bugün artık, somut zeminlerde somut çözümler arayan, bilimsellik ve mantık ölçüleri içinde yaşamın gizlerini çözmeye çalışan insanlar için, nedeni kestirilemeyen körü körüne bir inanç olgusu yeterli olmamakta. Günümüz insanı, tüm tarih boyunca yer alan kişisel ve kitlesel düşmanlıkların, cinayet ve savaşların, sahip oldukları inancın en değerlisi olduğuna, Tanrı’nın yalnızca kendi saflarında bulunduğuna inanarak kimi kez Tanrı safında yer alan insanların katline yol açan inanç çarpıklıklarını ve bu savaşları Tanrı adına yaptıklarını iddia eden sözde inanan kitlelerin sapkın düşünce ve davranışlarından kaynaklandığını artık görebilmekte ve onların davranışlarının inandırıcılıklarını ciddi olarak sorgulamakta. O nedenle çağımızda, onarılması gereken yeni iman olgusunun, gerçeğin net ve açık temeli üzerinde tesis edilmesi zorunlu bir hale gelmiştir. Körü körüne iman çağı artık kendini tüketmiştir. Kaldı ki, Tanrı’nın tabiatının çelişki yaratacak, görüş çatışmalarına yol açacak bir yönü de yoktur. Tanrı’nın sahip olduğu üniter tabiat, onu, kendi amaçlarına idealine ters düşecek bir şekilde çalışmaktan zaten alıkoyar. Değişik yollardan Tanrı inancına ulaşmış insanlar arasındaki görüş ayrılıkları çatışma ve çelişkiler, yalnızca insanların Tanrı’rı ve amacını algılamada yetersiz kalmalarının birer ürünüdürler.
Bugünkü dünyada yüz yüze bulunulan gerçekler, iyi ve kötünün tarihsel çatışmasının birer uzantısıdırlar. Tanrı ve Şeytan’ın bir arada uyum içinde yaşaması, amaçlarının birbirinden tamamen farklı olmasından ötürü hiç bir zaman mümkün değildir. Dolayısı ile iyi ve kötünün çatışması, Şeytan, Tanrı’nın gerçek sevgisinin gücü ile yok edilinceye dek sürmek durumundadır. Bu mücadelenin en kısa sürede başarı ile Tanrı lehine sonuçlanabilmesinde inanç sahibi bir insanın katkısı ne olabilir? Bu nitelikteki bir insan, Tanrı’nın kendisinden tam olarak neler beklediğini nasıl anlayabilir? Tanrı’ta yakın olup, en anlamlı şekilde hizmet verebilmek için insanların, mücadelenin ana sahasını bilmesi ve Tanrı’nın onarım takdiri çalışmasında en çok hangi sorumlulukları üstlenmeye ayrılık vermesi gerektiğini anlamsı gereklidir. Bunu anlayabilmenin en sağlıklı yolu ise, bugünkü duruma yol açan tarihsel gelişmeler ve olayların arasındaki bağlantı ve paralellikleri ve ardlarında yer alan gerçek motiflei incelemektir.
İnsanlığın onarım sürecine egemen olan prensipler ve insanlık tarihinin yönlenmesinde çok büyük önemi olan, Tanrı tarafından seçilen merkez kişilerin yaşantılarının kamuya yönelik bölümlerine sonraki konularda yer verilmektedir. Takdirsel tarihin ana hatları ile verilmeye çalışıldığı bu bölümde, belli başlı dinlerin, Tanrı’nın genel onarım çalışması içinde sahip oldukları rollerin ana hatları ile açıklanır ve onarım sürecinin, bugünün dünyasına olan etkileri anlatılmaktadır.
İnsanlık tarihinin çok kapsamlılığı ve de gerçekten çok karmaşıklığını göz önüne alarak, konuları zorunlu olarak belli sınırlar içinde ele alıp, yalnızca yüzün onarım süreci boyunca en fazla belirleyici olmuş kişi ve olayların dökümüne yer vermek durumunda kaldık. Böyle olmakla beraber, yine de kutsal metinlerin özünü oluşturan onarım tarihinin, insanlığın merkez tarihi olma özelliğini korunduğunu bilmemizde fayda var. İnsanlığın dışsal gelişimi ile ilintili yan tarihsel olaylara gelince, onlarda insanlığın içsel gelişiminin dışsal sonuçları, yansımaları olarak tarihsel perspektif içinde ikinci derece de yerlerini alırlar. İstisnasız tüm insanlık onarılmak durumunda olduğu için her halk, ırk ve millet genelde belli başlı bir dinin ortaya çıkış olgusu merkezinde, kendi onarım tarihine sahiptir.
Elinizdeki metinin, onarım prensipleri onların tarihteki uygulamalarını ele almadaki amacı, yalnızca var olan yazımlara, yeni yorumlar kazandırmak değil. Bu yaklaşım, Prensip’in diğer açıklanan metinleri için söz konusu olabilir. Bu kitabı yazılmaya yönelten etken alışılagelmişin tersine, Tanrı’nın insana yönelik çalışmalarında etkili olan prensiplerinin neler olduklarını ve O’nun çocukları olan bizlerle olan çalışmasını bir tarih bütünlüğü içinde ortaya koyabilmek isteğidir. Dolayısı ile, okur, tarihten aşina olduğu bir çok kişi ve olaya Prensip bünyesinde yeniden rastlamakla birlikte, bu kişi ve olayların birbirleriyle olan tarihsel ilişki ve bağlantılarını ilk kez genel bir yapı bütünlüğü içinde bulacaktır. Ve yine okur, var olan kutsal metinler ya da bunların yorumları arasında bir takım çelişki gibi görünen unsurlar yakalamış ise, bu metinlerde sözü edilen olayları, Prensip’in sunduğu genel entegre bütünlük içinde en doğru biçimde yorumlama şansına da bu şekilde sahip olacaktır.