|
Son Günler Fenomeni
Dünya Dinlerinin Birleşmesi
Eski ve Yeni Tarih
Gerçek Ebeveynler Kimlerdir?
Gerçek Ebeveynlerin Geliş Zamanı
Gerçek ebeveynlerin Kimliği
Tamamlanmış Ahit Çağı
Sonuç
İnsanlık tarihinin sona ermesi diye sözü edilen ve kutsal kitaplarda, son günler, hüküm günü, kıyamet günü diye de sıkça adı geçen olgunun, Yahudiler, Hıristiyanlar ve de Müslümanlar için ayrıca özel bir anlamı vardır. Bu pasajlarda. Son Günler, insan yaşamının sona erip, Tanrı’nın insanlığı, iman ve erdemleri sayesinde kendi iradesini benimseyerek ebedi lanetten kurtulanlar ve kötü kalmakta ısrarcı olup da günahlarının bedellerini, yine ebediyen ödemek durumunda bırakılacaklar diye ikiye ayırıp, kesin bir tavır alacağı zaman dilimi diye tanımlar. İnanca göre, Tanrı’nın bu son yargılaması, bir dizi felaketler zinciri sonrasında, kurtulanların göklere alınmaları, lanetlenenlerin ise, Cehennem’de yaşamlarına devam etmeleri ile yerine gelecektir. Cennete ulaşma arzusu ve Cehennemden korkma gibi evrenselliği olan tüm duygular, inanlar için, son günler olgusunun nedenli büyük bir anlama sahip olduğunun birer göstergesidirler; Hiç kuşku yok ki, insanlar, bu hüküm gününde hangi beklentiler içinde olmaları gerektiğini öğrenme ve ebedi yaşamlarını güvenceye alma gibi anlaşılır bir kaygı taşıma hakkına sahiptirler.Bu konunun amacı, dünyanın sonunda, insanların nasıl bir tutum takınıp, hangi beklentiler içinde olmaları gereğini tam olarak algılayabilmelerine katkıda bulunmak üzere yaradılış ve onarım prensipleri ışığı altında, son günler olgusunu tartışmaktır. Ancak belli bir teolojik ve tarihsel çerçeve belirlemeden yalnızca kutsal metinlerdeki sembolik verileri yorumlamak, hem çok sübjektif hem de gerçeklikten uzak olacağından konuyu bu açıdan değerlendirmekte fayda var.
Prensip’in tarihe yönelik perspektifi, tüm insani olayların gerisinde takdirsel bir nedenin yattığını ve de tüm insanlık tarihinin., asal yaradılışta, Adem ve Havva tarafından ulaşılamayan üç kutsamanın yerine getirilmesini sağlayacak, gerçek ebeveynlik olgusunun onarımına merkezli olarak geliştiğine açıkça işaret eder. Onarım süreci, onarım prensipleri çerçevesinde yer alır, bu da, düşmüş olan biz insanların, gerçek ebeveynleri karşılayabileceğimiz temeli oluşturacak iman ve birlik temellerini atabilmemiz için bir takım bedeller ödeyerek sorumluluğunu yerine getirmedikçe, tam anlamı ile onarılmasından da söz edilemez.
Tanrı’nın, sihirli bir değnek ile, bir anda, kötülük olgusunu yeryüzünden sileceği ve iyi insanları, kötülerden, mucizevi bir biçimde ayıracağı savı, onarım, ancak ve ancak bireyler, Tarı’nın sözlerini dikkate alarak ona itaat edip, sorumluluk paylarını yerine getirdiklerinde tamamlanmak durumunda olduğundan, gerçekçilikten çok uzaktır. Kaldı ki, böylesi “sihirli bir çözüm“ ideale ulaşılması için yeterli bir alternatif olsa idi, hiç kuşku yok ki, tarih boyunca yer alan onca insani felaket ve acılara yol açmamak için, Tanrı çok daha önce bu yolu seçmiş olurdu. İnsanlar, ancak kendi kişisel sorumluluk paylarını yerine getirdiklerinde, günah olgusunun bağlayıcılıklarından sıyrılıp, kurtulabilirler. O nedenle, son günlerde yer alacağı söylenen olayları, bir kez de bu noktaları göz önüne alarak incelemekte fayda var. Kitab-ı Mukaddes ve Kuran pasajlarında, yeryüzünün ateşle yok edileceği, güneşin, ayın kararacağı, yıldızların gökten yere düşecekleri ve inananların göğe alınıp, inanmayanların cehennem ateşlerinde cayır cayır yanacakları ve kurtarıcının bir bulut üzerinde görüneceği şeklinde bir dolu sembolik ifade, son günlerde gelişecek olayların takdiri çalışmasının tamamlanacağına ilişkin içsel gerçeklere işaret etmekte olduğunu algılamamız ve kesinlikle edebi anlamları ile yorumlama hatasına düşmememiz gerekir.
Bizler belli bir yoruma gitmeden önce, bir takım noktaları dikkate almak durumundayız. Bunlardan ilki, Tanrı’nın yaratmış olduğu yeryüzünün, insan dışında, kötülük olgusundan muaf olduğu gerçeğidir. Tabiatın kendisinde bir kötülük olgusu bulunmamaktadır. O halde son günlerde, Tanrı’nın yeryüzünü de yok etmek isteyeceği düşüncesinin bir mantığı olamaz. Diyelim ki Tanrı, tabiat birimlerini yok etmede kararlı, o halde binlerce yıldır devam eden onarım çalışmasını bugünlere dek sürdürmenin anlamı nedir ve yeryüzü yok edildikten sonra bu çalışma nasıl sonuca ulaştırılacaktır? Kaldı ki, daha yaradılışın başlarında, “ Nesiller gelir, nesiller gider, ancak yeryüzü ebediyete dek kalacaktır “ diyen, yine Tanrı’nın kendisi değilmidir ? Ve inanıla geldiği gibi, inananlar, fiziksel olarak, yeryüzünden göğe “ her ne olursa olsun “ alınacaklarsa eğer, ayrıca yeryüzünün yıkılıp, yok edilmesinin mantığı nedir ? Bir insanın fiziksel olarak yukarılara alınması ile, o kişinin Tanrı ile ancak ruhu kanalı ile söz konusu olabilecek ilişkisinin mucizevi bir biçimde değişimi, onarımı hangi düşünce anlayışa sığdırılabilir? Yine bir sevgi Tanrı’sı olduğunu defalarca vurguladığımız Tanrı!mızın kötülük yapmış bile olsalar, çocukları pozisyonundaki insanlarını cehennem ateşlerinde sonsuza dek yanmaya mahkum edeceği İddiası, Onun bağışlayıcı tabiatına ters düşüp, sevgi dolu yaratıcımızı, insanlığın bu yüce ruhsal ebeveynini mutsuz etmez mi ? Kaldı ki, insan ruhunu yine sonsuz niteliğinde yaratan Tanrı değil Midir? Tüm bunlar, oturup, salim kafa ile, insanlık tarihindeki gelişmeler de göz önüne alınarak, bir kez daha üzerinde ciddiyetle düşünülmesi gereken konulardır. Kaldı ki, insanların şeçme şansı olmadan kötülük kaynayan bir dünyaya doğmuş olmaları nedeni ile, kendi kötü gidişlerinden tamamen sorumlu tutulmayacakları gerçeği de göz önüne alındığında, bu yöndeki iddiaların adilliği, daha da tartışılır. Her şey bir yana, tüm bu günah olgularının yeryüzüne gelmesinden sorumlu ilk ebeveynlerimizin bile sonsuz, ebedi bir cezaya reva görülmedikleri gerçeği tek başına, bir başka suç ya da günahın, sonsuza dek sürecek bir cezayı hak edebileceğine inanmamamız için yeterli bir gerekçedir.
Prensip, yıkılıp yok edilmesi gerekenin, yeryüzü değil, kötülük olgusunun kendisi olduğuna, nedenleri ve tarihteki gelişmeleri esas alan açıklamaları ile açıklık getirir. Kötülük olgusu, soyut bir olgu olması itibariyle , ebedi anlamdaki bir ateş ile değil, ancak ve ancak, Tanrı’nın sevgi ve gerçeği ile yok edilebilir. Yok edileceği söylenen “yeryüzü“ ise Tanr’nın sevgi ve gerçeğinin “ ateşi “ ile yok edilecek Şeytan’ın egemenlik dünyasını sembolize eder. Düşmüş ilişkilerde yer alan düşmüş sevgi olgusunun, günah potansiyeline sahip erkek ve kadınların ruhlarının cehennemi ruhsal ölüm seviyelerinden, kutsal ruhsal yaşam yükseltilerine, Tanrı merkezli ilişkilerdeki gerçek sevginin gücü ile diriltilmesi gerekmektedir. Dolayısı ile, yükseltilmesi söz konusu olan, insanların bedenleri değil, ruhlarıdır. Kaldı ki, ruh dünyasında halen, fiziken ölü olup, başka bir boyutta yaşamlarını sürdüren milyonlarca ruh bulunmaktadır ve bu ruhların yeniden bir fizik yaşama dönmeleri mümkün değildir. İnsanların, fizik bedenlerinin yukarılara alınması ile, Tanrı’ya daha yakın olabilecekleri savı hem gerçeklikten uzaktır, hem de fizik bedenin asıl işlevinin göz ardı edilmesi gibi potansiyel bir tehlikeye sahiptir.
Cehennemde sonsuza dek lanetlenme ile ödenebilecek tek bir insan günahı bile yoktur. Eğer Tanrı, özene bezene. Onca severek ruhundan verdiği insanlarını, sonsuza dek yitirmeyi göze alacak biçimde yaratmış olsa idi, bu her şeyden önce kendi adına bir başarısızlık olmaz mıydı? Kaldı ki, dinler tarihi, Tanrı’nın bugüne dek var olmuş her canın kurtuluşu yönünde çaba gösterdiğine defalarca tanıklık etmektedir. Yeryüzündeki günah olgusundan ilk derecede sorumlu tutulması gereken birileri var ise, bu, Şeytan’ın ilk aile birimi üzerinde egemen olmasına yol açarak, tüm insanlık soyunun kökünü Tanrı merkezlilikten uzağa sürükleyerek, hastalıklı hale getirecek şekilde davranan Adem ve Havva olmalı iken, çok iyi biliyoruz ki, Tanrı, hemen onların ikinci kuşaklarından başlamak üzere de bir onarım süreci başlattı. O noktadan başlamak üzere de tüm insanlık tarihi, Tanrı’nın takdirine uygun olarak, Prensip açıklamalarının da açıkça gösterdiği gibi, Adem ve Havva pozisyonlarının onarımını hedefleyecek şekilde Adem ve Havva’nın hataları soyağaçlarının devamında gelenler tarafından telafi edildi) bugüne dek süregeldi. Tanrı’nın, Adem ve Havva’yı kurtarma konusundaki kararlılığının aynısını, onların soyundan gelen ve yeryüzündeki kötülük olgusu için, onlardan çok daha az sorumlu tutulmaları gereken diğer insanlar için de aynı eşitlikte göstermesinden daha doğal bir şey olabilir mi?
Bugün dinlerin kurucu ve liderlerinin büyük bir bölümü, arkalarında yüzlerce, binlerce yıllık ruhsal temeller birikimi bırakmış bir halde, ruh dünyasında yaşamlarını sürdürmektedirler. Hiç kuşku yok ki, onların ulaşmış oldukları anlayış, miras bıraktıkları ruhsal yolu izleyen ya da izlemeye çalışanlar da dahil olmak üzere, yeryüzünde yaşayanlarınkinden kat kat üstündür. Bu yüksek seviyeli ruhlar, Tanrı’nın takdir çalışmasını çok iyi anlayabildikleri için, Tanrı’nın iradesine katkıda bulunmak üzere, çalışmalarını., fizik bedende öldükten sonra da, ruh dünyası bünyesinde aralıksız devam ettirmektedirler .Vardıkları anlayışın temeli, Tanrı’nın yegane amacı olan, tek bir dünya ailesinin oluşumuna katkıda bulunmaktır. Bu kişilerin ruh dünyasında, (değişik inançlardaki merkez figürlerin)
Bu amaca yönelik paylaştıkları işbirliği ve birlik ruhu, nesne pozisyonundaki yeryüzünde kurmuş oldukları din hareketlerinin bünyesinde yer alanlarda da gitgide artan bir ölçüde bir birleşme eğiliminin yaygınlaşmasına kaynak (özne) oluşturmaktadır.İnsanlar, birbirlerinin tıpatıp aynı kimlik inancına sahip bulunmamakla beraber, sahip oldukları dini inançlarını, ruh ve kalplerinin olgunluğa ulaşması yönünde kullanmaya yönlendirildiklerinde, gerçek sevginin karşı konulmaz gücü ile, insanlar arasındaki ayrılık unsurları alt edilebilecektir. O nedenle, dünya dinlerinin birleşmesi, herkeslerin belli bir inanç sistemine kanalize olması değil, aksine, tüm inan erkek ve kadınları, Tanrı’yı merkez alan bir barış ve sevgi dünyasını kurmaya yeterli gerçek insanlar olmaya büyüme yolunda ortak doğrularda buluşmaları olarak algılanmalıdır. Ruh dünyasında bulunmakta olan ruhsal liderler, çalışmalarını, işte bu amaç merkezinde kesintisiz yürütmektedirler.
Son günler, en basit tanımı ile, yer yüzünde Şeytan’ın egemenliğinin sona ererek, Tanrı’nın egemenliğinin başlayacağı geçiş sürecine verilen addır. O nedenle tarihin tamamlanması olgusu, eski kötülük dünyasının, yeşeren yeni iyilik dünyası ile yer değiştireceği bir dönüm noktasına işaret etmektedir. Tarih, düşmüş bir dünya tarihi olma özelliğini bugüne dek sürdürmekle beraber, gerçek ebeveynlerin atacakları temeller ile birlikte, tıpkı ilk insanların düşmeleri öncesinde olduğu gibi, bir iyilik tarihine geçit verme aşamasındadır.
Tanrı, kötülük dünyasını sona erdirip, Nuh’un ailesini merkez alarak tufan olayı ile yeni bir süreç başlattığında da, tarihin tamamlanması yönünde, benzer bir takdir gündeme gelmiş idi. Ancak Ham’ın hatası ile birlikte bu takdirin gelişime, İsa zamanına ertelendi. Tanrı’nın o dönem içindeki beklentisi ise, İsa ve oluşturulacak şartlarla, gelin, pozisyonunu hak edecek mükemmel bir kadının , (onarılmış Adem ve Havva pozisyonlarında) yeni tekrardan Tanrı merkezli bir yaşama geçit verecek insanlığın gerçek ebeveynlerin, “Göklerin Karanlığı“nı yeryüzünde tesis etmeleri idi. Ne varki, takdir, o dönem içerisinde de, bu kez İsa’nın çarmıha gerilmesi yüzünden bir kez daha yerine getirilemedi, aksadı. İsa’dan bu yana yer alan tarihte, aynı şekilde, tüm dünyayı, gerçek ebeveynleri karşılayabilecekleri bir ruhsal anlayış zeminine ulaştırmaya yönelik olarak gelişti. Gerçek ebeveynlik misyonunun bu kez başarıya ulaşması ile, tüm kutsal metinlerdeki peygamberlikler ve müjdeler yerine gelecek ve düşmüş insanlık tarihide bu şekilde son bulacaktır.
Tüm onarım tarihi, Tanrı’nın, düşmüş Adem ve Havva’nın pozisyonlarını onaracak bir erkek ve kadını yollayabilmesine imkan sağlayacak bedellerin ödenmesi ile birlikte, gerçek ebeveynler için gerekli temellerin atılmasını hedefledi. Ne varki, gerekli tüm şartların yerine getirilmesinde sık sık yol açılan hata ve eksiklikler sonucu Tanrı’nın gerçek ebeveyn pozisyonunda yolladığı İsa’nın gelişine dek, düşüş
Sonrasında epeyi bir zamanın geçmesi gerekti. Vaftizci Yahya’nın Tanrı’nın takdirini algılamada sürçmesi sonrasında, bu misyon tarım kalmasına rağmen, İsa’nın, kendi hayatını bir bedel olarak sunması ile birlikte, Tanrı’nın iradesinin hiç olmazsa gelecekte tamamlanabilmesi için gereken şartlar oluştu,Onarım tarihi süresince, bir birey, belli bir misyon için seçilip de, bu misyonu tamamlayacak zemini bulamadığında ya da bu zeminler zarar gördüğünde, Tanrı, bir başkasını yarım kalanı tamamlamak üzere, aynı misyon çerçevesinde seçer. İbrahim hayvanları sunmadaki hatası sonrasında oğlunun yaşamını sunmaya hazır tutumu ile ailesini n Tanrı’nın merkez takdiri dışına atılmasına engel oldu. Daha sonra İshak’ın sunduğu sunudaki desteği ile de İshak’ın başarısında da pay sahibi oldu. Yeşu’ya gelince o da Musa’nın yarım bıraktığı misyonu tamamlayan kişi oldu. Tapınak inşası yönündeki Tanrı takdiri de, yine aynı şekilde önce Kral Saul’a, sonra Davut’a ondan da , Süleyman’a geçti, İsa’nın önce, onun yolunu hazırlamak için yeryüzüne döneceğinden söz edilen İlya’nın misyonunu (ikinci Adem, Gerçek Adem) tamamlamak üzere gelen kişi ise İsa oldu. Ancak İsraillilerin İsa’yı kabul etmeyip, dışlamaları ile birlikte gerçek insan pozisyonunu hak eden bir başkasının, Adem pozisyonunu onaran kişi olarak gelip, yine onarılmış Havva pozisyonunda ki bir eşle birleşmesi kaçınılmaz oldu. O nedenle, gerçek ebeveynler, İsa’nın onarım takdiri içerisindeki bu yarım kalan misyonun tamamlamak üzere gelecek olan kişilerdir.
Hangi nedene bağlı olursa olsun, misyonunu tamamlama şansına ulaşamayan takdirsel nitelikli bir merkez kişi, bu açığı, kendi yerine seçilen kişiye gereken tüm destek ve yönlendirmeleri ulaştırılıp, o kişi kanalı ile ortak misyonun başarı ile tamamlanmasına yardım ederek kapamak durumundadır. İbrahim, bu prensipi esasa alarak, hayvanları sunmadaki hatasını, ailesini Tanrı’nın takdir çalışmasının merkezinde tutmayı başaracak şekilde, oğlunun hayatını vermeye hazır tutmayı başaracak şekilde, oğlunun hayatını vermeye hazır tutumu ile onardı. Ve İshak’ın kazandığı zaferle birlikte edindiği kutsama, onu yönlendiren İbrahim içinde geçerli oldu. İsa’ya gelince, o, hayatını, insanların kurtuluşu için vermesine rağmen, maalesef, yeryüzünde bulunduğu süre içinde, misyonunun tamamlandığını görme şansına ulaşamadı. Ancak, hayatını, tüm insanlık adına gözünü kırpmadan feda eden yaklaşımı, yarım kalan misyonunu tamamlamak üzere gelecek gerçek ebeveynler için güçlü bir temel oluşturdu.
Gerçek ebeveynler, insanlık tarihi içinde, bir takım insanüstü özelliklere sahip oldukları için değil, Tanrı’nın iradesini tamamiyle gerçekleştiren kişiler olmaları itibari ile, eşsiz bir değere sahiptirler. Gerçek ebeveynler, Tanrı’ya gösterdikleri mükemmel kalpsel itaat ile sorumlu bulunulan bedelleri ödeyerek, bu niteliği hak etmekle yükümlü erkek ve kadındır. Şeytan’ın gücü ve dünyadaki kötülüğün boyutu göz önüne alındığında , böylesi güç bir misyonu tamamlayabilmek, gerçekten de, ancak, bu amaç için özellikle Tanrı tarafından seçilmiş kişilerce söz konusu olabilir. Bu anlamda, gerçek ebeveynlerin Tanrı’yı, O’nun onarım için söz konusu olan amacını gerekli derinlikte algılayabilecek istinai bir kalp standardına, duygu, akıl ve iradeye de sahip olmaları gerekir. Bu kişiler, kötülüğün kaynağını, ve Şeytan’ın insanlık üzerinde hangi yollardan egemen olduğunu çözümlemek ve Şeytan’ı,
Üç kutsamanın gerçekleştirilmesine müdahale hakkı doğmayacak bir şekilde köşeye kıstırıp, mutlak bir şekilde alt etmek durumundadırlar. Böylesi güç bir görevin altından kalkabilmeleri içinde, doğal olarak sağlam bir prensip sistemi ve fizik yeterliliğine de sahip olmaları gerekir.
Gerçek Ebeveynlerin Geliş Zamanı
Onarım Prensiplerine göre, Tanrı, bir merkez figürü, ancak onun yollanabilmesi için gerekli bedel şartları oluştuktan sonra gönderebilir. Onarım tarihinde, İbrahim zamanından başlamak üzere, İsrailoğulları’nın , İsa’nın yollanabilmesi için gerekli temelleri oluşturabilmeleri, tam 2000 yıl aldı. Bu dönem zarfında , bu temelin atılması ile bağlantılı olarak, altı takdirsel dönem zarfında, bu temelin atılması ile bağlantılı olarak, altı takdirsel dönem gündeme geldi. İsa’nın çarmıha gerilmesi ile birlikte ise, gerçek ebeveynler için dünya çapında bir temelin yeniden oluşturulması aşamasında, daha önceki iki bin yıldaki hataların telafisi de söz konusu oldu. Böylece, İsa’dan sonraki 2000 yıl, İsa’ya hazırlık dönemi olan bir önceki 2000 yılın tarihsel gelişimlerine paralel bir çizgi izledi. 16. Konuda ele aldığımız tarihteki bu paralellikler, içinde yaşadığımız yirminci yüzyılın, gerçek ebeveynlerin geliş zamanları olduğuna işaret etmektedir. Daha netleştirirsek, gerçek ebeveynlerin geliş zamanları, Birinci Dünya Savaşı’nı izleyen dönem içerisinde yer almak durumundadır.
Gerçek ebeveynlerin misyonlarında başarılı olabilmeleri için, doğru bir tarihsel zamanlamanın, gereken şartlar ile de bir ortaklık oluşturması gerekir. Bu, Tanrı’nın bu yeni takdirine uygun karşılığı verebilecek yürekleri ve beyinleri aydınlatılmış yeterli sayıda insanın ortaya çıkmasına imkan sağlayacak biçimde, insanlığın, içsel ve dışsal anlamda hazırlanması gerektiği anlamına gelmektedir. 20. Konuda ayrıntıları ile anlatıldığı gibi, bu hazırlıklar, dünyanın bugüne dek eşi görülmemiş büyük değişimlerle onarıldığı, son dört yüz yıllık dönem içerisinde yer aldı.
Buna göre, takdirsel anlamda neyi ölçü alırsak, içinde yaşadığımız zaman gerçek ebeveynlerin geliş zamanı olduğunu görmekteyiz.
Adem ve Havva’yı düşüşe götüren duygu açmazlarını ve onarım tarihi içindeki hataları onarma misyonunda kimler başarılı olursa, gerçek ebeveynler olarak nitelendirmeye de, o kişiler hak kazanırlar. Pek çokları, ruhsal dünyadan kendi ya da başkaları kanalı ile aldıkları esinlemeler sonrasında kurtarıcılık iddiası ile ortaya çıktı ve halen de çıkmaktadır. Ancak alınması gereken ölçü, bu misyonu tamamlama yeterliliğine gerçek anlamda kimin sahip olduğu ve yine kimin, o çerçeve içerisinde gereken çalışma ve çabaları sürdürmekte olduğudur.
1992 yılının 24 Ağustos’un da, Kore’nin Seul şehrinde, dini, siyasi, akademik ve medya liderlerin bir araya geldiği geniş çaplı bir uluslar arası topluluk önünde, Sun Myung Moon, kendisinin ve eşi Hak Ja Han Moon’un, gerçek ebeveynler olmak üzere seçildiklerini ve bu misyonları için gerekli tüm ruhsal ve fiziksel temelleri tesis etmede ulaştıkları başarıyı ilan etti.
İlk etapta büyük tartışmalar yaratacak bu açıklamayı, bu denli cesaret ve açık yüreklilikle ifade edebilmesinin ardında, misyonu çerçevesinde bugüne dek gerçekleştirdiklerinin hakkı güvencesi yatmakta idi. Kuşkusuz , pek çokları tarafından kuşku ve tepkilerle karşılanacağının mutlak bilincinde olmasına rağmen, sağlam ruhsal temellere sahip bir soydan gelip, belli bir entegrite ve iyilik anlayışı içinde bulunanların, sözlerindeki gerçekliği kavrayacaklarına olan büyük inancı onun bu denli cesaretle, pozisyonunun niteliğini tüm dünyaya ilan edebilmesine imkan sağladı.
İçinde yaşadığımız seküler bilim çağında, din olgusuna (özelliklede dinin yeni ifadesi), insanlar genelde büyük bir güvensizlikle yaklaşmaktadırlar. O nedenle, gerek Rev, Moon’un , gerekse de, Unification Hareketi ile bağlantısı olan milyonlarca insanın iyi niyetli çaba ve çalışmaları, bugüne dek bağnaz saldırıların adeta hedef tahtası oldu. Ancak, Tanrı’ya merkezlilikten uzak bir düzenin yıldırıcılıklarına ve maruz kaldıkları onca hakaretlere rağmen, sevgi ve hizmet anlayışlarından bugüne dek en ufak bir taviz vermemiş olmaları, bu hareket bünyesindekilerin, başta kurucuları olmak üzere doğru merkezde hareket ettiklerinin göz ardı edilmesi gereken bir tanıklığıdır.
1920 yılının Ocak ay’ında, Kore’de dünya gelen Sun Myung Moon, 16 yaşında iken, İsa tarafından, yarım kalan bir misyonu tamamlamak üzere görevlendirildi. O dönemde başlamak üzere yaşantısının olguluk çağlarını, bu misyona hazırlamak ve sonrasında da üstlenebileceğini kanıtlayacak zorlukların üstesinden gelmekle geçirdi. Kendine Tanrı gerçeğinin derinliklerini daha iyi algılamaya adadığı bu dokuz yıl içerisinde, tüm dinlerin değişmez amacı olan yeryüzü idealinin gerçekleşmemiş olmasının ardındaki gerçek nedeni araştırdı ve çabalar sonucu, kendisine esinlenenleri, bu kitapta ancak çok ana hatları ile verebildiğimiz, prensipler olarak öğretmeye başladı. Kore. Japonya ve Amerika’da ki gayretli çalışmaları sonrasında, sahip olduğu vizyon ve öğretiyi, iman yaşamlarına temel yapan ve insanlığın ortak yararı için gerçek ve doğru bir sevgi dünyasının yaratılmasına kendilerini adayan bir dolu inanan ile birlikte güçlü bir hareket oluşturdu. Her türlü inanç kökeninden gelen insanlarla sürekli işbirliğinde bulunan Unification Hareketi bünyesindekiler, pek çok, dini, kültürel, eğitsel, bilimsel ve medyaya yönelik aktiviteleri de organize ederek bireylerarası, inançlararası ve uluslar arası anlayış ve uyum zeminlerinin gelişimine göz ardı edilmeyecek katkılarda bulundular.
Ancak bu yolda atılan adımların her biri, büyük güçlük ve acıları da beraberinde getirdi. Var olan yerleşik güçlerden, ne dini ne de seküler olanların, Koreli bu din adamının ne yapmaya çalıştığını tam olarak algılayamamaları ve de getirdiği öğreti ve aktivitelerinin temel ve sonuçlarını gereği gibi değerlendirmemeleri sonucu Rev, Moon, acımasızca dışlanıp, sert eleştirilere ve kişiliğini yıpratmaya amaçlayan şayialara maruz kaldı. Kore savaşı sırasında, ölümüne yapılan bir dizi işkenceden sonra , hemen hemen üç yıl boyunca, Kuzey Kore’deki bir çalışma kampının ağır şartları altında yaşadı. Yerleşik güçleri rahatsız eden güçlü öğretisi ve taviz vermez davranışları yüzünden, Güney Kore, Japonya ve Amerika’da düzmece gerçeklerle tam altı kez hapis cezalarına çarptırıldı. Ancak yaşamını Tanrı’ya ve insanlığa adamış her insanda olduğu gibi, tüm bu deneme ve tecrübeler, Rev, Moon’un cesaretini kıracağına, ondaki kararlılığı, mücadeleci ruhu daha da artıran etkenler oldu. Tüm bu gelişmeler ve yıllar süren çabalar sonrasında ise, nihayet, insanlığın kurtuluşu ve dünya barışının tesis için gerekli rakipsiz bir temel oluşturuldu.
1960 yılına gelindiğinde, Rev, Moon, ikinci takdisi yerine getirecek biçimde, eşi ile kutsal evlilik bağı altında birleşti. O zamandan bu zamana , Gerçek Ebeveynler, tanrı’ya kalpsel bir bağla mutlak şekilde itaat eden gerçek bir aile birimini birlikte oluşturma başarısı ile, aile, klan, kavim, millet ve dünya bazlarında onarım sağlanması için gereken şartları, peyder pey yerine getirdiler. Birlik içindeki yüreklerinde barındırdıkları sevgileri, tüm insanlığı, din,dil,ırk, milliyet farkı gözetmeksizin, ebeveynsel bir kalple kucaklayabilecek kapasiteye ulaştı. 1960 yılındaki kendi takdislerinin temeli üzerinde, bugün artık, dünyanın dört bir yanındaki onbinlerce çifte, kendi onarılmış soyağaclarını tesis edebilme şansını sunmaktadırlar.
1993’ün 3 Ocağına gelindiğinde, gereken tüm şartların tesisi ile birlikte, Sun Myung Moon, Tamamlanmamış Ahit Çağı’nın başladığını, tüm dünyaya ilan etti. Bu, çağımızda, Tanrı’nın yeryüzü idealinin artık bir fantezi olmaktan çıkıp, Gerçek Ebeveynler tarafından tesis edilen temel merkezinde, somut anlamda gerçekleşeceği bir dönemin başladığı anlamına gelmekte idi. Bu dönemle birlikte, Tanrı’nın insan işleri üzerindeki etkinliğinin artacağı ve kötülük dünyası arasındaki farkın gitgide belirginleşeceği bir sürece de girmiş bulunuyoruz. İnsanların büyük çoğunluğu henüz farkında olmamakla beraber tarihte ilk kez olarak, iyinin güçleri yukarı, kötününküler ise başaşağı giden bir grafik çizmeye başlamıştır. Bu pozitif değişim, Tanrı’nın takdir çalışmasının etki alanı, daha önce hiç söz konusu olmadık ölçüde genişledikçe, zaman içerisinde tüm dünyaya da yayılacaktır.
20.yüzyılın kaotik gelişimlerinin perde arkasında, bir ruhsal devrim, Kore’den çıkış bularak, sessiz sedasız bir biçimde, tüm dünyaya yayıldı. Bu, ne politik amaçlı, ne de askeri güçlerin varolan statükoyu değiştirişine yönelik bir devrim idi. Bu devrim, milyonlarca insanın kalp ve akıllarını, aile ve dünya hakkındaki değerlerini, Tanrı merkezli olmaya yönlendirecek biçimde oluşturmalarına imkan sağlayan köklü değişimlere yönelme devrimi idi. Gerçek ebeveynlerin atmış bulundukları temeller üzerinde ulaşılacak evlilik bağı kutsaması, din, dil, ırk, millet ayırımlarının ötesinde, tüm dünya insanlarının aile yaşamlarına yeni bir anlam ve standart kazandıracak ve de arınmış bir soy ağacına çıkış vererek , bizlerden sonra gelecek kuşaklara, bugünkünden tamamen farklı merkezli, ideal bir dünya olgusunu miras bırakacaktır. Birleşik, bütünleşmiş bir dünya olgusu için gerekli bu değerler, inançlararası anlayış ve uyumun, bilimadamları arasındaki işbirliğinin, politik liderler arasındaki diyaloğun ve çocuklarımıza yönelik değerler eğitiminin yaygınlaşmasına ve bunu kitlere ulaştırmaktan sorumlu onarılmış bir medya olgusunun oluşmasına da önayak olacaktır. Tüm bu gelişmeler, Şeytan’ın insanlık üzerindeki tarihsel egemenliğini sona erdirip, Tanrı’nın yeryüzündeki kutsal egemenliğinin başlaması için gereken zeminleri de geniş düzlemlere yayacaktır.
Okur, buraya kadar anlatılanların doğru olup olmadığına, bu noktadan sonra, insiyatifini kullanarak, bizzat kendi kara r vermek durumundadır. Tanrı, kendisi ve mutlak gerçeği konusunda önyargılardan uzak, kalbe dayalı, samimi arayışı olan herkese, en doğru cevabı hiç kuşku yok ki verecektir. Kişi, derin dualarla beslediği ciddi çalışma ve etüt sorumluluğunu yerine getirdiğinde, Prensip’in gerçekliğini ve Gerçek Ebeveynlerin kimlilklerini doğrulama şansı da doğal olarak oluşacaktır.