|
Evrensel İnsan Amacı: Gerçek Mutluluğa Ulaşmak
Tanrı sevinç duyma adına yarattı
İnsanlar, Tanrı'ya sevinç verebilecek nesneler olarak yaratıldılar
Üç Kutsama
İlk Kutsama
İkinci Kutsama
Üçüncü Kutsama
İnsanlığın Ortak Evrensel Emelleri
Dünayanın Onarımı Bireyin Onarımından Başlar
Dinlerin Görevi
Sonuç
Tanrı ve yaradılış hakkında yukarıda belirtilen saptamalar, Tanrı'nın amacının, yaradılış bünyesindeki değişik varlıkları birbirleri ile entegre bir ilişki çerçevesinde var olacak biçimde ve bir amaca dayalı evrensel bir içinde uyum içinde biraraya getiren bir birleştirci güç olgusu oluşturmak olduğunu göstermiştir. Ancak bu amaç tam olarak neyi ifade etmektedir, Tanrı neden bir yaratma gereksinmesi duymuştur? İnsan, Tanrı benzeyişinde yaratıldığı, o nedenle de Tanrı'da var olan özellikleri barındırıp, yansıttığı için, insanlığın esas motivasyonunu irdeleyip, anladığımızda bu soruya da daha kolay cevap bulabileceğiz.
İnsanlar, ancak Tanrı'nın kendilerini yaratmasının ardındaki nedenleri anladığında kendi paylarına düşen varoluş amaçlarını tam anlamıyla yerine getirebilir. Hiç kuşku yok ki her varlık, daha başlangıçtan, yaratıcısı tarafından kendisine verilmiş ve yerine getirmesi beklenilen varoluş amacını yerine getirmek için varlık alır. Varlık için ne kendi kendini yaratma ne de varoluş amacını belirleme söz konusu değildir. O nedenle, varlık, kendine doğuştan verilmiş varlık potansiyelini ancak yaratıcısı tarafından belirlenen amacı yerine getirdiğinde tam olarak kullanabilir. Her şeyin yaratanı Tanrı olduğu için, 0nun yaradılış için olan amacı aynı zamanda yaradılış bünyesindeki varlıkların da amacıdır.
Tanrı'nın yaratmış olduğu her varlığın doğal eğilimi de zaten kendilerinden beklendiği gibi bu amacı yerine getirmeye yöneliktir. Örneğin bir hidrojen atomu hangi koşulda olursa olsun bir oksijen atomu ile karşılaştığında su molekülünü meydana getirecektir. Ya da bir lahana, su, ışık ve kendisini besleyip, hayvan ve insanların kullanabileceği bir lahana bitkisi olmasına katkıda bulunacak mineralleri biliçsizce, otomatik bir bitki içgüdüsüne bağlı olarak kullanıp, özümser. Yİne bir leylek kendisine nasıl yapacağı gösyterilmeden, yumurtalarını muhafaza edeceği ve yavrularını büyüteceği bir yuvayı ustaca kurarcaktır.
Yaradılışın insan dışında kalan tüm birimleri için hiç bir sapma söz konusu olmaksızın varlık amaçlarını otomatik olarak yerine getirme söz konusu olmasına rağmen, insan için, kendisinden beklenen varlık amacını yerine getirip, getirmeme gibi bir hür irade ayrıcalığı söz konusudur. Bu ayrıcalık bir anlamda insanın Tanrı'yı anlayıp, seveceği ve de Tanrı ile birlikte yaratıcılık vasıflarını gerçekleştirmesine imkan sağlayan bir hediyedir. Eğer insanlar Tanrı'nın onları ne amaçla yarattığını anlayamazlarsa, kendilerinden beklenenleri yerine geitremeyip yanlış seçimler yaparak bunların trajik sonuçların a katlanmak durumunda kalmaya mahkum olurlar. Oysa, Tanrı tarafından belirlenmiş varlık amacını yerine getirdiğinde, mutlak bir mutluluk, sevinç ve tamamlanma duygusuna sahip olur..
Bu sonraki konu, işte bu çerçevede, Tanrı'nın insanı yaratmasının ardındaki değerli amaç ve de bu amacın insan lar ve tabiat tarafından ne şekillerde yerine getirilebileceği sorularına açıklık getirmektedir.
Evrensel İnsan Amacı: Gerçek Mutluluğa Ulaşmak
İstisnasız tüm insanlar için va rolan en büyük istek mutluluğa ulaşmaktır. Erkek, kadın ayırımı olmaksızın her insan mutlu olmak için yaşar ve buna ulaşmak için de kendilerince en doğru buldukları yolu izlerler. Her insanın her davranışının ardında kendi mutluluğunu artırma içgüdüsü yatar. Öyle ki mutluluğa ulaşma sürecinde büyük acılar duyulacağı bile bilinse mutluluk adına bu acıların çekilmesi daha büyük mutluluklara ulaşmanın bedeli olarak kabul edilir. Örneğin bir sanatçının düşünce veya vizyonunu somut bir biçimde sergileyebilmek için büyük çabalar harcayıp sıkıntılara göğüs germesi ancak bir kez başardı mı da bundan sonsuz mutluluk duyması, bir atletin, yarışlarda dereceye girme uğruna bedeninin son dayanma noktasına dek egzersizler yapma sıkıntısına göğüs germesi ya da kendini tamamen Tanrı ve Onun idealinin gerçekleşmesine adamış bir kişinin, bu ideale ulaşmada tadacağı haz uğruna akla gelebilecek her türlü acı ve eziyetlerle boğuşmaktan kaçınmaması gibi verilebilecek örnekle, işte hep bu içğüdünün dışa vurumlardır.
Bu durumda sevinç nedir, nasıl oluşmaktadır Bir insan nelere bağlı olarak sevinci duyumsamaktadır? Bugüne dek , bir bireyin tek başına, kendi öznelik tabiatını yansıntacak bir nesnesi olmada sevinç duyduğu gözlemlenmemiştir. Bir nesne, görünür ya da görünmez olarak, uygun bir özenin insiyatifinde doğru karşılığı verdiğinde, her ikisinin de tamamlandığı ve insana böylece sevinç verecek ortam ve zemin oluşur. örneğin bir sanatçı, Kafasındaki vizyon ve düşünçe, bir sanat eseri olarak vücut bulduğunda, o eser, duşuncesine benzer olduğu için sevinç duyar. Yine, bir atlet, sürekli alıştırmalerr yaparak, spor aktivitesini doruğu ulaştırabilir. İster sporcu, ister bilimadamı.isterse sanatçı ılsun, bu kişiler için sevinç, ortaya koydukları somut çalışmaların, kafalarında tasarladıkları hedefe yakınlığına paralel olarak söz konusu olur,duyunmsanabiliecek en etkili sevinç ise, çocukları, ebeveynlerinin idealinin gerçeğe dönüştürdüklernide, ebeveynlerin duydukları sevinç olgusudur. Bunun nedeni, ebeveyn-çocuk ilişkisinde, yaratıcı-yaradılış birimleri arasındaki ilişki benzerrliğinin en üst düzeyede yer almasıdır.
Gerçek mutluluk ya da sevinç, ancak insanın başlangıçta, yaratılmaalarının ardında yatan amaç doğrultusundaki yükümlülükler yerine getirildiğinde duyumsanır. Diğer tüm mutluluk arayışları er ya da geç acı ve tükenmeyle sonuçlanmaya mahkumdur. Dolayısı ile başkalarının hayatını sömürme pahasına kendi kişisel mutluluğunun peşinde koşan insanlar hiç bir zaman kalıcı bir sevinç duyamazlar. Tüm ahlaki ve sosyal suçlar, işte bu başkalarının pahasına mutluluk arayışı tabiatından ileri gelmektedir. Doğru olmayan, bencil motivasyonlara dayalı davranış biçimleri, bunların, tanrı'nın insanlar için belirlediği gerçek amaca aykırı olduklarını kanıtlarcasına insanlığı mutlaka acıya yöneltirler.
Yaradılış, özne ve nesneler arası verme-alma işlemine dayalı dörtlü durum temelleri kanalı ile kendini tamamlayacak şekilde yaratılmıştır. Bir özne ve nesne, Tanrı'nın iradesine merkezli olarak uyumlu bir birliktelik oluşturduklarında her biri kendi varoluş amacını tamamlar. Sub-atomik partiküller atomları, atomlar molekülleri, moleküller maddeleri bütünleri oluşturduklarında varoluş amaçlarını yerine getirirler. Yine aynı şekilde, ercikler ve dişicikler çapraz döllenme denilen yöntemle oluşturdukları tohumlar, erkek ve diŞi hayvanlar da çiftleşme sonucu oluşturdukları yavruları ile kendi paylarına düşen varoluş amaçlarını yerine getirirler.
İnsanlara gelince, bu prensip, bireyden globale dek tüm iliŞkiler bazında geçerliliğini sürdürür. Bir çocuk, ebeveynleri ve yaŞıtları ile uyumlu ilişkiler geliştirdiğinde kendi sorumluluğunu yerine getirirken ergin bir erkek ve kadın bu ilişkilerine ek olarak, kendi aralarında sorumluluğa dayalı monogam bir sevgi ilişkisine girip, çocuk yaratıp, tam bir aile bütünlüğü oluşturduklarında varoluş amaçlarını yerine getirip, mutlu olabilirler. Gerçek sevginin verme-alma döngüsü ile yaratılan çocuk ve ebeveynler arası mutluluk, bir insanın tadabileceği en yüce sevinçlerdir. Sevinç, Tanrı'nın sevgisini merkez alan diğer insan ilişkileri kanalı ile de duyumsanır. Aile birimi içindeki sevgi alış-verişi, toplum ve milletler arasında olması gereken ilişkiler için de iyi bir model oluşturur. Kişi, en esaslı gerçek olan, bütünün yararını her türlü kişisel kaygının üstünde düşünmeyi aile içinde öğrenir.
Geçmiş deneyimler, bir ilişkiden alınacak sevincin, o ilişkide yer alan tarafların özellik ve amaçlarının uygunluğu ile paralellik çizdiğini göstermiştir. Bir kadının tadabileceği en üstün sevinç, onun sonsuza dek eşi olacak kişi ile olan aşk, sevgi ilişkisinin niteliğinde yatar. Bir çiftin amaçlarının uygunluğu ortaktır ve de erkek ve kadının maskülen, feminen özellikleri mükemmel bir biçimde birbirlerini tamamlar. Erkek ve akadın gerçek sevgide birleştiklerinde, ruhsal ve fiziksel tabiatları her birinin en üstün sevinci yaşayabilmeleri için biraraya gelir. Bu, erkeğin, kadın, kadının ise erkeği için yaratıldığını gösteren güzel bir sonuçtur.
Bireyler, aileler, gruplar ve milletler de, karşılıklı amaçlara bağlı olarak, diğer birey, aile , toplum ve milletlerle ilişki kurduklarında sevinç duyarlar. Sosyal mutluluk, Tanrı'nın sevgi ve ve gerçeğine merkezli olarak aileler arasındaki uyumlu ilişkilerle üretilir. Uluslararası mutluluk, milletlerarası uyumlu ilişkiler, Tanrı'nın bu millletler için olan iradesi göz önüne alınarak sağlanır. Tanrı'nın iradesi, O’nun sevgi ve gerçeğinin bir amaca bağlı olarak gelişen ifadesidir.
İnsanlar, tabiatla olan ilişkileri kanalı ile de sevinç duyarlar. Tabiat, insanın bir ifadesi olarak, insanın gereksinmelerine cevap verebilecek bir unsur olarak yaratıldığı için, erkek ve kadın, tbirlikte, mineral, bitki ve hayvanlar dünyasında var olan unsurları kendilerinde barındırırlar. İnsanlar, ayrıca, yaradılış içinde diğer canlıların tümüyle birlikte ilişki kurma kapasitesi olan tek varlıktır. İnsan vwe insan olmayan varlıklar arasındaki benzerliğin derecesi, o ilişkideki sevincin de derecesini belirler. Yavru köpekler örneğin insana yakın üstün özellikler sergilediklerinden, kendileri ile birlikte olan insanlara, büyük sevinç verirler.
Tanrı sevinç duyma adına yarattı
Tanrı, tüm sevgilerin kaynağı, bir İlk Seven'dir. O, asla yaradılışından uzakta değil, tam tersi, yarattığı her varlığın rahatlığı ve gelişimi için en ince detaylarına dek ilgilidir. Sevgi, doğası gereği bir yere aktarılmak, dolayısı ile bir nesneye sahip bulunmak durumundadır. Bir hiçliği sevnmek diye bir şey söz konusu olamayacağından, Tanrı, sevgisini akatarabilecek ve merkezinde erkek ve kadının bulınacağı bir şekilde tüm gönlünü vererek yaradılışı yarattı. Sevgisini aktarıp, paylaşacağı bir nesnesi olmasa idi, Tanrı, bir sevgi Tanrısı olarak adlandırılamayacak, yalnızca bir potansiyel sevgi Tanrısı olarak kalmak durumunda olacak, dolayısı.ile sevgisini verebileceği bir nesne olmayacağından, Tanrı, tatmin, sevinç duyamayacaktı. İşte bu sıralanan nedenlerden ötürü, Tanrı, yaradılışı, özellikle de insanoğlunu, sevgisini verip, paylaşma ve bundan sevinç, haz duyumsama adına yarattı.
Erkek ve kadın, sevgi adına yaratıldıklarından ötürü, onların yaşantılarındaki merkez objektif ve de haz ve sevinç duymaları için gereken yegane temel, sevgi alış-verişleri olagelmiştir. Tanrı, mükemmel olmasına rağmen ona en büyük sevinci veren olgu, yaradılışı bünyesinde filizlenip, yeşeren sevgisinin gelişimine tanık olmaktır. O, yarattığı erkek ve kadınların, çocukluktan yetişkinliğe geçişlerini adım adım izleyip, onların, olgun ebeveynler olarak gerçek sevgi iliŞkisine dayanan bir uyum içinde aileler, toplumlar ve milletler oluşturduklarını görerek sevinç duymak istemektedir. Böyle bir düzen içinde onların sevinci Tanrı'nın da sevinci, onların başarısı Tanrı'nın da başarısı olacaktır.
Bu çerçeve içinde, Tanrı, muhatap aldığı varlıklarla olan dörtlü durum temelindeki ilişkisindeki beklentilerinin aynısını, o varlıkların birbirleri ile olan ilişkilerinde de taşımaktadır. Erkek ve kadınlar, başka hiç bir varlığın olamadığı denli yaradılış bünyesinde Tanrı'nın ikililik özelliklerini en üst düzeyde yansıtırlar. İnsanların Tanrı'yı en fazla yansıttıkları, Ona en fazla benzedikleri nokta olan sevgiyi verme-alma, paylaşma olayı, onları, Tanrı'nın sevgisine somut bir biçimde karşılık verip, Tanrı'ya en büyük sevinç ve hazzzı vermeye yeterli kılar. Tanrı'nın kalbi, tıpkı bir ebevynin çocuklarına duyduğu his ve duyarlılıkların en üstünüyle yüklüdür. Dolayısı ile Tanrı, insan arasındaki ilişkiyi tamamen bir ebeveyn-çocuk çereçevesinde değerlendirmek yanlış odeğildir.
İnsanlar, Tanrı'ya sevinç verebilecek nesneler olarak yaratıldılar
Tanrı, insanları, onlarla sevgi alış-verişinde bulunduğunda bundan büyük sevinç ve haz duyabilecek bir kapasitede yarattı. Dolayısı ile insanın varolma amacının temelinde Tanrı'ya sevinç vermek yatmaktadır. İnsan, bu amacına, daima Tanrı'yı merkez alarak, tüm insani ilişkilerini, gereken dörtlü durum temellerini kurrark mükemmelleştirdiğinde ulaşabilir. İnsanlar erkek ve kadınlar olarak, dörtlü durum temellerini kurup , Tanrı için mükemmel nesneler olarak,Ona yardımcı yaratıcılıklar özellikler sahip bir kalp ve kapasite il yaratıldılar. Ve ancak Tanrı tarafından blilenmiş bu amaç yerine getirildiğinde, insanlar tam bir tamamlanma duyğusu hissedip, Tanrı’yı gerçek anlamda mutlu edebilmenin doyumsuz hazzına ulaşabilirler. O nedenle,Tanrı’nın ve insanın sevinçlerinin birbirlerinden bağımsız doğup, geliştiklerini düşünmek doğru değildir.
İnsanlar, kısır bir döngü içinde değil, varoluş amaçlarını yerine getimeleri için gerekli her türlü çevresel koşulla bezeli bir çevre içinde yaratılmışlardır. Mineral, bitki ve hayvanlar dünyası, bu amaca yönelik olarak insanlara destek olup, onları hoşnut kılmak için yine onların imajında yaratılmışlardır. İlk erkek ve kadın bu çerçevede, kendileri için çok önceden yaratılıp, hazırlanmış evrenin (kozmos) adeta bir minyatürüdür. Artı, erkek ve kadın, yaradılış bünyesinde yalnızca insana tanınmış bir ayrıcalık olan ve Tanrı ile iletişim kurmalarını sağlayan içsel özellikleri ve tabiatın geri kalanı ile ilişki kurmalarını sağlayan dışsal formları, kısaca ruh ve beden birimleri ile kendilerini diğer varlıklardan üstün bir konuma oturtan bir eşsiz değere sahiptirler. Gerçek bebeveynler olma olgunluğuna erişmiş erkek ve kadınlar, Tanrı'nın görünmez dünyası ile tabiatın görünür dünyası arasında bu özelliklerinden ötürü bir uyum merkezidirler. O nedenle Tanrı, insanın dışındaki varlıklardan ancak insan o varlıkları takdir edip, onlaradan haz duyup, mutlu olduğu oranda hoçnutluk duyabilir.
Erkek ve kadına sayısız yükümlülükler getiren bu karmaşık dünyada, varoluş amaçlarına tamamen ulaşmalarında insanların öncelikle atmaları gereken adımlar nelerdir, yani erkek ve kadın olarak insan, Tanrı'ya sevinç ve haz verecek dörtlü durum temellerini oluşturup, tamamlayabilmek için neleri gözönüne almak durumundadırlar?
Dedik ki, özne ve nesne, Tanrı'nın özelliklerinin birliğini yansıtacak biçimde tek vücut oluşturduklarında sevinç duyumsanır. Özne ve nesne arasındaki uyum, sevginin aradığı güzelliği yaratır ve, sevginin, özne ve nesnenin bütünleşmiş birlikteliğinin oluşturduğu manyetiğe akma özelliği vardır. Uyumlu bir özne ve nesne, birlikte, sevilebilecek tek bir nesne oluştururlar. Dolayısı ile sevgi, nerede bir güzellik görse, bir özne, bir nesnede kendi imajını bulmuş ve de sevinç, hem özne hem de nesne tarafından aralarındaki verme-alma ilişkisi ile duyumsanmış demektir. Tanrı, erkek ve kadını, sevgisini verip, onlar aracılığı ile sevinç duyma isteğine bağlı olarak yarattığı için, insanlar, yaradılış amaçlarını, Tanrı için doğru ve güzel nesneler olabildiklerinde yerine getirirler. Bu doğruluk ve güzelliği insanlar ve tabiat birimleri yaşamlarının her boyutunda Tanrı'yı merkez aldıkları her doğru sevgi alış-verişleri ile yansıtırlar.
Erkek ve kadın, gerek kişilikleri gerekse diğer insanlar ve tabiat varlıkları ile kurdukları ilişkilerde Tanrı'nın birer ifadesi olarak O'nu yansıtabildiklerinde ve böylece her üç seviyede de gerekli dörtlü durum temellerini kurabildiklerinde Tanrı için de mükemmel güzellik nesneleri oluşturabilirler. İnsan, ancak bu temeli tesis ettikten ve böylece varoluŞ amacını gerçekleştirdikten sonra O'nun gerçek sevgisinin mutlak kutsamasını almaya da hak kazanır. İşte, insanın varoluş aamacının yerine getirilebilmesi için gerekli bu üç temel, Üç Kutsama olarak adlandırılmaktadır. Bu üç kutsamanın yerine gelebilmesi için gerek erkek, gerekse de kadının, Tanrı'nın ifadeleri olmak üzere, kişilikte büyüyüp, olgunlaşmaları ve aileleri, çevreleri ve dünya ile saf ilişkiler kurarak yaradılışın diğer birimleri üzerinde gerçek sevgi egemenliğini tesis edebilmeleridir. Bu amaca ulaşmanın tek yolu da dediğimiz gibi Tanrı'yı mükemmelen yansıtan, insan olma adına, onuruna yaraşır gerçek insanlar olarak, Tanrı'daki sonsuz iyilik ve güzelliği barındırıp, Onu yansıtmaktan geçer.
Üç Kutsamadan ilki, mükemmel kişilikli bireyler olarak, tamamlanmış, gerçek bir varlık olarak ilahi değerlere ulaşmak, ikincisi, gerçek sevgi ilişkilerine dayalı ideal aile ve dünya yaratma yeterlilik ve hakkına sahip olarak Tanrı'dan miras alınan yeni bir yaşam yaratma ve yaşam verilen o varlıkları (çocuklar) gereği gibi yetiştirme yeterliliğine ortak olmak, sonuncusu ise, yaradılışın geri kalan birimleri üzerinde sevgi eegemenliğini kurma hak ve yeterliliğine sahip olarak, yine Tanrı'dan bize intikal etmiş varlık yaratma ve değiştirebilme kapasitelerini açığa çıkarabilmek. Tanrı bu üç kutsamayı vermekle kendi mükemmel varlığını tamamiyle insanları ile paylaşma lütfunu gösterdi ve de onları yaradılış bünyesinde kendisini tamamen temsil edebilecek nesneler konumuna oturtarak sonsuz sevgisine akıcılık ve süreklilik kazandıracak bir sistemi de oluşturdu.
Üç kutsamanın yerine getirilmesi süreci, bireyin zaman içinde, kim olduğu, hangi amaca yönelik varlık aldığı ve diğer insanlar ve tabiatla ilişkisinin hangi bazlara oturması gerektiği gibi temel soruları algılayıp, sonuca ulaştıracak bir anlayışa ulaştığı bir büyüme ve gelişme dönemidir. Bu benlik çözümleme s*reci ile insanlar, insan tabiatına ve yaşama yön veren kuralları öğrenir ve bu temel üzerinde ilişkilerinde olması gereken kurallar ile en nihayet tüm evrene hakim olan kuralları öğrenir. Bu anlayış olgunluğun erişen insan, işte o noktada Tanrı'daki yaratıcılık ve üstünlük özelliklerini miras alıp, kendi benliği ve içinde yaşadığı çevre üzerinde mükemmel bir kontrole sahip olarak her durumda sevinçle dolu mutlu ve sürekli ilişkiler yaratabilir.
Gerçek bir insan olmaya yönelik ilk adım, Tanrı'nın iradesine merkezli olarak akıl ve bedeni birleştirmekten geçer. Özne durumundaki akıl, nesnesi olan beden üzerinde mutlak kontrol sahibi olmalıdır. Beden ise aklın bu yönlendirmesine, Tanrı'yı algılayıp, karşılık verecek yegane birim akıl olduğu için o yönde karşılık vermelidir. Yeme, içme, hareket, seks gibi bedenin gereksinme duyduğu fonksiyonlar, tamamen akıl tarafından yönlendirilmelidir. Aklın yönlendiriciliği olmazsa, beden Tanrı'nın iredesinin tamamen aksi bir yön alıp, bireyi Tanrı ile olan ilişkisinin zedelenip, sekteye uğrayacağı kirli yanlış işlere yöneltebilir ve böylelikle onun Tanrı'nın kutsamalarından yararlanabilmesi için gerekli zeminleri yok edebilir. Tanrı, yaradılışı bünyesinde yalnızca kendisine benzerlik gösterenlerle ilişki kurabilir. Karşılıklı benzeyiş zemini, ortak yanlar olmadan, Tanrı ve yaradılışı arasında verme-alma ilişkilerinin başlayıp, süreklilik göstereceği baz kurulamaz.tanrı’ya merkez bir akıl ve bedenin birliği . Tanrı’nın içsel ve dışselözellikleri ile benzerlik gösterir . öyle ki, akıl, yeme, içme, hareket, uyku, üretme vb. gibi fonksiyonlara tanrı’nın insanlığa yönelik amacı doğruluşunda, kendi birliğindeki uyuma benzerlik sağlayacak şekilde yön vermek durumundadır.
Benliklerindeki ruhsal tabiatlarının özü gereği hür irade ile yüklü kadın ve erkek düşünce ve davranışlarında Tanrı'ya itaat etme ya da etmeme özgürlüğüne sahiptirler. Bu şu demektir: insan, Tanrı'ya koşulsuz itaat ettiğinde sevgi dolu, bencil duygulardan arınmış böylece de Tanrı'yı tam olarak yansıtan bir varlık, etmediğinde ise yalnızca kendine merkezli sevginin pisliklerle örülü tükenmişliğindeki bir varlık olabilir. Tanrı'yı merkez alarak akıl ve beden birliğini sağlamış olanlar, Tanrı'nın iradesine tamamen paralel bir yaşam sürerler. Öyle ki, bu insanların sözleri, Tanrı'nın gerçeği ile bir, davranışları da sözlerini bütünler bir uyum içindedir. Bunu başarmış insanlar, ilahi kişiliklere sahip oldukları ve Tanrı'nın sevgi ve gerçeğini yansıttıklarından ötürü Yaratıcı'mız için de güzel nesneler oluşturmaktadırlar. Böylesi bir standardı yakalamış insanlar, gerçek erkek ve kadınlar olarak, ilk kutsama hakkına da ulaşmışlar demektir.
İlk kutsama hakkına sahip insanlar, ikinci ve üçüncü kutsamalara ulaşabilmeleri için gerekli temele de sahip olabilirler. İnsan, bu seviyeye, her zaman Tanrı'nın düşünce ve beklentileri doğrultusunda hareket edecek şekilde yaşamları üzerinde mutlak kontrol sahibi olacak olgunluğa eriştiğinde ulaşabilir. İnsan, bir kez, gerçek anlamda olgunluğa ulaştığında, bir daha asla Tanrı'nın iradesine ters düşecek biçimde davranmayacaktır çünkü o seviyeyi yakaladığı zaman Tanrı'nın sahip olduğu kalbi tamamen paylaşacak dolayısı ile O'nun gerçek sevgisine zarar verecek bir düşünce ve düşünceyi takip edebilecek davranış zemini de tamamen ortadan kalkmış olacaktır. Öyle ki Tanrı'nın acısı kendi acısı, Tanrı'nın sevinci bütün duyarlılığı ile kendi sevinci olacaktır. Tanrı ile oluşşturulacak bu sevgi birliği, giderek ailede, toplumda ve de tüm yaradılış bünyesinde ulaşılması hedeflenen mükemmel sevgi ilişkilerinin kilit noktasını oluşturan ikinci ve üçüncü kutsamaların da yerine getirilmesine imkan sağlar.
Çocukla, yetişkin olma yolundalar iken, öncelikle kendi aile bünyeleri içinde, ebeveyn ve kardeşleri ile olan ilişkileri sayesinde sevgi verme-alma ilişkisini öğrenip, yaşamaya başlarlar. Böylece aile yuvasında öğrenilen bu temel sevgi, ilerde erkek ve kadını, evlilik bağı sevgisi ilişikilerinde de olgunlaşmaya yöneltir. Karı-koca arasındaki sevgi, evli bir çift için çocuk sahibi olup, gerçek bir aile kurmaları için de temel oluşturur. Eşler arasındaki gerçek bir sevgi ilişkisi ancak kadın ve erkek, Tanrı'nın gerçek sevgisine merkezlendiklerinde tesis edilebilir. Böyle bir ortam içinde doğacak olan çocuklar da Tanrı merkezli bir yuvanın koruyuculuğunda, gerçek sevgi ile beslenerek gerçek erkek ve gerçek kadınlar olmaya doğru güvenle büyüyeceklerdir.
Bir çocuğun Tanrı'yı direkt olarak algılayabilme kapasitesi sınırlıdır. Çocuk ancak ruhta geliştik sıra, Tanrı ile dolaysız bir ilişki kurma yetkinliğine erişirler. Bu gelişim süreci boyunca, çocuk için, maskülen özellikleri ile babası, feminen özellikleri ile babası, birlikte, Tanrı'nın bütünlüğünü temsil etmektedirler. Dolayısı ile gerçek bir sevgi ailesinde, ebeveynlerinden aldıkları sevgi ve gerçek, çocuklar için Tanrı'nın sevgi ve gerçeği ile özdeştir. O nedenle, ebeveynlerin kişiliklerinin, söz ve davranışlarındaki tutarlılığın, çocukların sağlıklı gelişiminde hayati bir önemi vardır. Gerçek çocukları, ancak, gerçek kiŞilikleri ile Tanrı'nın sevgi ve gerçeğini yansıtan gerçek ebeveynler yetiştirebilir.
Tanrı'nın birer ifadesi olarak yönlendirilen çocuklar, gerçek çocuklardır. Bu çocuklar, gerçek kardeşler olarak büyüyüp, gerçek eşleri, sonuçta da gerçek ebeveynleri oluşturmalıdırlar. Bu gelişimi izleyen süreç içinde ortaya çıkan gerçek aileler, gerçek sevgi ile yönetilen bir dünyanın da yapı taşlarını oluştururlar. Böylece gerçek sevgi aileleri, toplumlar ve milletleri içeren gerçek bir dünya yaratılmasının da temelini oluşturur.
İçsel-dışsal, maskülen-feminen olarak nitelendirdiğimiz Tanrı'nın özellikleri ilahi bir tabiat bütünlüğü içinde mükemmel bir uyum içindedir. Bir kadın ve erkek, içerdikleri içsel-dışsal, maskülen-feminen karakterleri ile gerçek sevgi bazında biraraya geldiğinde tamamen Tanrı benzeyişinde olurlar. Arı, gerçek bir sevgi ile bezeli bir aile, Tanrı'nın tabiatının bir ifadesi olacağı için, Tanrı'yı en fazla mutlandıracak, O'nun sevgisini en sıcak, en yoğun biçimde almaya hak kazanacak nesnedir de. Erkek ve kadın, böylesi bir gerçek sevgi ailesini tesis etmeyi başardığında, ikinci kutsamaya da hak kazanmış olurlar.
İnsanoğlu, tam anlamda olgunluğa ancak gerçek aileler bünyesinde ulaşabilir. Aile birimi, bu yönüyle, yalnızca Tanrı'nın ifadesini tam olarak barındırmakla kalmayıp, yaradılışın geri kalanını da bünyesinde özümser. Gerçek bir iale birimindeki erkek ve kadının oluşturduğu birlik, evrende var olan tüm özne-nesne ilişkilerindeki mükemmelliğin de adeta bir minyatür göstergesidir (mikrokozmos). Şöyle ki, erkek va kadınların vücutlarındaki tüm yapılanma ve fonksiyonlar, tabiatta yer alan yapı ve fonksiyonlarla paralellik gösterir. İnsanlar, evrenin mikrokozmosu ve tüm doğal hiyerarşilerin merkezi oldukları için, gerçek aile birimleri, tabiatın diğer birimleri üzerinde Tanrı merkezli bier sevgi egemenliğini kurma hakkına sahip olabilirler. Bunun gerçekleştiği bir dünyada insanlar, yaradılışın diğer birimlerine, minerallere, bitki ve hayvanlara gereken özeni gösterirler ve buna karşılık bu unsurlar da insan için en faydalı olabilecek kapasiteye ulaşıp, onları doğal mekanizmaları içinde koruyabilirler. Aileler, gerçek sevgi ile tabiata yöneldiklerinde, insanlık ile, yaradılışın geri kalan birimleri arasında uyumlu ilişkiler kurabilirler. İşte bu güzelliğin paylaşılması ayrıcalığına ulaşılması da Üçüncü Kutsama olarak adlandırılmaktadır.
Sonuç olarak, diyebiliriz ki, Tanrı'nın insanları yaratmadaki ve de insanın insan olarak var olma amacı, insanlar, bu üç kutsamayı birden alamalarına hak kazandıracak şartları yerine getirdiklerinde gerçekleşebilir. Böylece, erkek ve kadın, üç kutsamaya da sahip olduklarında varoluş amaçlarını da doğal olarak yerine getirirler.
İnsanlığın Ortak Evrensel Emelleri
Terminolojik olarak aynı bazda bulunmamakla beraber, tüm din kurumlarının amacı, kökü ne olursa olsun tüm insanların ulaşmak üstedikleri emelleri simgeleyen ve insani olgunluk, tamamlanma diye de tanımlayabileceğimiz Üç Kutsama bünyesine sığdırılabilir. Dindar olsun veya olmasın, tek bir insan bile yoktur ki, mutlu bir aile birimi ve barış içindeki bir dünyada, tabiatla uyum içinde, mükemmel sevgi alış-verişlerinde bulunacağı, varoluş amaçlarına ulaşmış bir birey olarak yaşamak ister.
İnsani değerlerin çöküşü ve insanlığın acılarla boğuşuyor olması, bireyin söz konusu bu üç temel hedefe olan uzaklığı ile doğru orantılı olarak artış göstermektedir. Bugün yüz yüze kalınan, tüm çarpıklıkların adaletsizliklerin, suçların ve diğer tüm sosyal rahatsızlıkların temelinde, üç kutsamaya ulaşılması için gerekli şartları yerine getirmede başarısız olmuş ve yaşamlarını yanlış değerlere merkezlemiş bireylerin bulunduğunu söylemek bir abartı olmayacaktır. Akıl ve beden uyumlarını sağlayamadıkları için gerçek sevgiden yoksun aile birimleri oluşturan bireylerin, yalnızca kendi bütünlüklerine değil, fakat çevre ve tabiata da kaçınılmaz olarak büyük zararları dukunmaktadır.
Dünayanın Onarımı Bireyin Onarımından Başlar
Tanrı'nın asal ideali ile bugün yüzyüze olduğumuz dünyamız gerçekleri arasındaki müthiş çelişki ve farklılıklardan da anlıyoruz ki, yaradılış amacının gerçekleşmesinin sekteye uğramasında insanlığın çok büyük çaplı bir asal yanılgısı söz konusudur (Bu yanılgının ayrıntılı kapsamına 7. konuda yer verilmiştir.). Üç Kutsama olgusu bir kez yeterince anlaşıldığında, kronikleşmiş rahatsızlıklarla kıvranan bu hasta dünyamızı onarmada izlenecek yolun, öncelikle bireylerin onarımından geçmesi gereği de daha iyi anlaŞılacaktır. Özlemini çektiğimiz doğru merkezli aile birimlerinin temel olduğu ve gerçek sevginin mutlak egemen olduğu bir barıŞ dünyasını, ancak ve ancak gerçek erkek ve gerçek kadın olabilme yeterliliğine ulaşmış insanlar tarafından başarılabilir.
Dünyamızda yer alan sorunlar, aslında, maddenin dışsal değerlerini, aklın, maneviyatın ruhsal değerlerinin üstünde düşünen materyalist düşüncenin kaynağını oluŞturan, bireyin bedeninin aklı üzerindeki haksız egemenliğinin birer uzantısı, kaçınılmaz sonuçlarıdır. Artık hiç kimselerin göz ardı edemeyeceği boyutlara ulaşan ve ailelerden tutun da toplumlara, milletlere ve tüm dünyaya bulaşıcı bir hastalık gibi yayılan karamaşnın temelinde gerçekte, bu toplulukları oluşturan bireylerin her birinin, kendi bütünlükleri içinde yaşadıkları kargaşa yatmaktadır. O halde, dünya sorunlarının çözümü için gerekli ilk adım, öncelikle bireylerin, kendi bünyelerindeki akıl-beden ilişkilerinde yatan sorunları çözmekten geçmektedir. Ancak onarılmış bireyler, onarılmış aile birimlerini oluşturduktan sonradır ki, tüm insan, doğa ilişkilerinin onarılabileceği bir noktaya erişilebilir. O nedenle, tarih boyunca, Tanrı'nın düşmüş insanlığı merkez aldığı onarım çalışmasının temel hedefi, başangıçtan beri belirlenmiş asal ideali gerçekleştirme sürecini başlatacak, gerçek ebeveynler olarak, üç kutsamayı yerine getirebilecek birryleri bulmak olarak belirlemiştir.
Bugüne dek vücut bulmuş tüm dinler, bireyleri,Tanrı merkezinde, akıl ve bedenlerini bu merkezde birleştirmeye ve bu asal iradeye uygun olarak insanlara hizmet etmeye teşvik edegelmişlerdir.
Din, tüm kötülüklerin kaynağının bireylereden çıkış bulduğunu bildiğinden, insanlığın onarımının da öncelikle onları tüm yanlış, çirkinn unsurlardan arındırıldıklarında başalayabileceğini kabul eder. Dinlerin temel öğretisi, akıl, beden üzerinde özne olabildiğinde (ilk kutsama), yaşamın diğer amaçlarına (ikinci ve üçüncü kutsamalar) ulaşmanın da mümkün olacağı yönündedir. Dinin misyonu, insanları, aile biriminin kutsallığı, insan ilişkilerinin saygınlığı ve doğayı gereği gibi koruma gibi erdemlere vurgulayarak, üç kutsamaya ulaşabilemeleri yönünde eğitmektir.
Tanrı, yaradılışı, sevgisini verebileceği, aynı zamanda ondan karşılık alabileceği bir nesne olarak yarattı. Tanrı için de, insanlık için de sevinç, bir nesne, öznesine benzemeye başlayıp, onu yansıtarak, onunla uyumlu bir ilişkiye girdiğinde oluşur. Erkek ve kadın, gelişim süreçleri boyunca Tanrı'yı gitgide daha çok yansıtıp, diğer insanlar ve tabiatla ilişkilerini belli bir uyuma oturtarak üç kutsamayı yerine getirerek Tanrı'ya sevinç ve haz vermek üzere yaratıldılar. Ne var ki, insanların üç kutsamayı yerine getirmedeki başarısızlıkları, dünyanın bugün yüzyüze kaldığı sayısız sorunları gündeme getirdi. O nedenle, var olan sorunların çözümü, bu üç kutsamanın onarımı, gerçek bir aile birimini yaratcak gerçek bir erkek ve gerçek bir kadının, gerçek bir dünya temelini oluşturmak üzere onarımları ile başlar.Üç Kutsamaya bir anda ulaşılması söz konusu değildir. Beden nasıl fiziksel olgunluğa ulaşmak için belli bir zaman dilimine ihtiyaç duyarsa, aklın da ruhsal olgunluğa ulaşmak için bir gelişim sürecine ihtiyacı vardır. İnsanları bu olgunluğa ulaştıracak gelişim sürecine egemen prensiplere bir sonraki konumuzda yer vereceğiz.