|
Gelişmenin Üç Aşaması
Tabiattaki Gelişim Süreci
İnsanoğlunun Gelişim Süreci
Gelişimin Prensipleri
Tanrı Yasalarının Dolaylı Egemenliği
Sorumluluk ve Özgürlük
Sevginin Dolaysız Egemenliği
Sonuç
Hiç bir varlık, yaşamına, tamamlanmış ve mutlak dengeler içinde başlamaz, bu evrensel bir prensiptir; yaşayan her canlının olgunluğa ulaşması için belli bir büyüme ve gelişim sürecine ihtiyacı vardır. Tüm sofistike özellik ve yeteneklere sahip olgun insanların yaşama merhaba deyişleri, önce anne rahminde, döllenmiş tek bir hücre olarak başlar, daha sonra cinsiyeti belirlenecek şekilde yine anne rahminde belli bir gelişme göstererek, onu yetkinliğe ulaştıracak bir süreç içinde gerekli sorumluluklarını yerine getirmek üzere doğum olayı ile birlikte fizik dünyaya geçiş yapar.İnsanın söz konusu gelişimini kontrol eden prensipler nelerdir? Fiziksel ve ruhsal gelişim arasındaki ilişki nedir? İnsanın ve yaradılıştaki diğer varlıklarının büyüyüp, gelişme süreçlerindeki benzerlik ve farklılıklar nelerdir? Ruhsal gelişme ne şekilde ölçülebilir? İşte bu ve benzeri sorulara bu konu içerisinde cevap arayacağız.
Büyüme süreci boyunca üç ana aşama yer alır: oluşum, gelişim, tamamlanış. Varlık, ancak gelişim sürecinin bu aşamasını tamamladıktan sonra, yaradılış bünyesi içerisindeki uygun pozisyonuna sahipolabilir. Burada sözü edilen üç basamak, yaradılışın kendisinin de çıkış bulduğu ve de tüm varlıkların, dörtlü durum temelleri bazındaki üç aşamalı bir gelişim göstererek varlık aldığı süreçle paralel gider: 1.Tanrı, varlıkların vücut bulmasının ardındaki İlk Sebep olarak yaradılışı başlatan birimdir. 2.Tanrı, kendi varlığını, yaradılışı bünyesinde özne ve nesne olarak ikiye ayrılan ancak birbirlerini tamamlayan bütünlükler olarak ifade eder. 3. Bu özne ve nesneler, birbirleri ile ilişkide bulunarak, yeni bir birliğe, yeni bir varlığa da hayat verme yeterliliğine sahiptirler.
Üç sayısı, yaradılışta, tamamlanmayı, bütünlenmeyi temsil eder. Tabiat, hayvanlar, bitkiler ve mineraller olmak üzere üçe ayrılmış ancak birbirini tamamlayan birimlerden oluşur. Fizik dünyada maddeler, katı, likit ve gaz olmak üzere üç halde bulunurlar. Yaradılışın tüm renkleri, yine üç ana renkten çıkış bulur: kırmızı, sarı, mavi. Uzay içinde iki boyutluluğa, en azından üç nokta, üç boyutluluğa da en azından üç çizgi ile ulaşılır. Tüm fizik nesneler, üç boyut içinde var olurlar ve her hangi bir nesneye destek için de, yine en azından üç noktaya ihtiyaçları vardır.
Tabiat bünyesinde yer alan üç alt dünyanın her birinde de, üç aşamalı bir büyüme söz konusudur. İnorganik mineral dünyasında, fizik dünyayı oluşturan yapılar, sub-atomik partiküller (yani kuartzlar) (oluşum), atomlar (gelişim), moleküller (tamamlanış) olarak üç bölümden oluşur. Organik bitki ve hayvanlar dünyasında da, yaşayan canlılar, yine, üç aşamalı bir gelişim süreci sonunda olgunluğa erişirler. Örneğin bir bitki, yaşamına, çam, gül ağacı ya da lahana bitkisi olacağını belirleyen biyolojik olguları barındıran tek bir tohum olarak başlar. Ve bu tohum, oluşum süreci boyunca, bitkinin tamamlanmış ana formunu belirleyecek biçimde filiz verir. Gelişim sürecinde, bitkinin hatları tamamen belirlenmiş olgun formuna ulaşır ve tamamlanma süreci boyunca da, bitki, yeni bitkilere yaşam verebilecek olgunluğa erişip, gelişim döngüsünü tamamlayacak biçimde, yeni tohumlar üretmeye başlar.
İnsan, ruhsal bir tabiata sahip olmaklığından ötürü, diğer varlıklardan farklı bir gelişim çizgisi izler. Genelde ruhsal varlıklar, hür irade ayrıcalığına sahip olduklarından, gelişimleri de, ruh ve bedenleri arasındaki karşılıklı ilişkinin niteliğine paralel olarak, bu gelişime yönelik Tanrı prensipleri çerçevesinde vücut bulur. İnsan bedeni, bir takım hayvanlarınkine benzer bir gelişim döngüsü içinde oluşup, gelişmekle beraber, diğer tüm canlılardan farklı olarak, taşıdığı ruh, bedeninin büyümesi ile birlikte büyüyebilecek bir kapasiteye sahiptir. Beden, bir kez işlevini tamamlayıp, öldüğünde, görünmez olan, ancak belli bir olgunluğa erişmiş ruh, fizik ötesi bir boyutta varlığını sürdürmeye devam eder. İnsanlığın sınırlı bir yaşam sürecinde fiziksel olarak büyümesi gereğinin ardındaki neden, sonsuz olan ruhunun gelişimi için gerekli unsurların sağlanacağı şekilde ruhun, beslenmesine imkan sağlamaktır.
İnsanoğlu, doğumdan başlamak üzere, olgun bir erkek olmak için 21, olgun bir kadın olmak için ise 18 yıllık ortalama bir dönemi aşmak durumundadır. Bu gelişim süreci, her biri yedişer yıl olmak üzere (kadın için altı), ilk çocukluk dönemini kapsayan oluşum aşaması, okul yaşı dönemini kapsayan gelişim aşaması, ve erginliğe erişilen tamamlanış aşaması olarak yer alır. Bu süreç içerisinde beden ve ruh, biribirlerini bütünler şekilde bu aşamalardan geçip, mükemmelliğe ulaşmak durumundadırlar.
İlk çocukluk dönemi boyunca, fizik bedenin gelişimi, hareket, dil ve diğer temel fonksiyonlar üzeride yeterlik kazanmayı ölçü alır. Okul çağlarında ise, fizik beden gelişimini sürdürür ve ergenlikle beraber cinsellik fonksiyonlarına da yeterli hale gelir. Gençlik döenmi ile birlikte de, beden artık, kişiyi, yetişkinliğin gerektirdiği tüm sorumlulukları üstlenmeye yeterli kılacak şekilde, tam bir olgunluğa ulaşır.
Beden fiziken geliştik sıra, ruh da, sevgi verip-alma kapasitesinde gelişmeye başlar. Bir çocuk, yaşamına, ebeveynlerine mutlak bağımlı bir biçimde başlar ve bu dönem içerisinde, ruhu, ebeveyn sevgisini alarak beslenir ve büyür. Okul çağlarına gelindiğinde, çocuk, kardeşleri, arkadaşları ile ilişkileri sayesinde, karşılıklı sevgi ilişkilerini de fiilen yaşamaya başlar. Ergenlik sonrasındaki yetişkinliğe hazırlık döenmi boyunca, ruh, bu kez, kişiyi tüm sorumluluklarını üstlenmeye yeterli, sözlerini yerine getirebileceği, eşlerarası sevginin özelliğini kavrayabileceği bir noktaya doğru büyür. Bütün bu dönemler boyunca, ruh, aynı zamanda, Tanrı ile ilişkisinde ve zaman mekan ötesi varlık amacını kavrama yönünde de gelişir. Tam olgunluğa ulaşabilmesi için, ruhun, Tanrı'nın sevgisine mükemmel karşılığı vermesi ve yine Tanrı'nın güzellik, gerçek ve iyiliğe yönelik mutlak standardına uygun biçimde yaşayıp, Tanrı'nın diğer insanların acılarına olan şefkat yaklaşımının aynısını hissederek, kendini o insanların iyiliğine adaması gerekir.
İnsanlığın içinde yaşadığı doğal çevre, yaradılışın prensiplerine uygun olarak otonom bir biçimde gelişir. Gelişimleri için gerekli unsurlarla bezeli olan bitki ve hayvanlar, yukarıda belirtildiği gibi, Tanrı tarafından belirlenmiş doğa kanunları çerçevesinde, olgunluğa erişmek için üç aşamalı bir gelişim süreci aşarlar. Ruhsal bir tabiat ayrıcalığına sahip olmayan bu varlıklar, ne kendi gelişim proseslerine bilinçli olarak katılabilirler ne de bu konuda yönlendirici olabilirler. Tanrı, onların içsel karakterlerini, yaratılma amaçlarına uygun ve onları otomatik bir biçimde yönlendiren bilgi ve içgüdülere sahip bir biçimde yaratmıştır. Aynı şey insanların fizik bedenleri için de geçerlidir. Güneş ışığı, hava, yiyecek-içecek gibi fiziksel gelişimleri için gereken unsurlar, kadın ve erkeğe, doğal bir biçimde fiziksel olgunluğa erişip, çoğalmaları ve de tabiat ve diğer varlıklar üzerinde egemen olabilmeleri için vwerilmiştir.
Tanrı Yasalarının Dolaylı Egemenliği
İnsan, bilindiği gibi salt fiziksel bir varlık değildir. İnsanın, bedeninin yanısıra, Tanrı ve diğer insanlarla iletişim kurmasına imkan sağlayan içsel bütünlüğü diyebileceğimiz bir de ruhsal tabiatı vardır. İnsandaki içsel akıl, onun tüm kimlik ve yaşamına egemen olduğu için, ruhsal benliğin gelişimi, fizik bedenin gelişiminden daha büyük öneme sahiptir. Bu durumda, ruhsal gelişim nedir ve buna nasıl ulaşılır?
İnsan, Tanrı'nın sevgisini alıp, O'na karşılık vermek üzere yaratıldığından, erkek ve kadın için de en önemli amaç, gerçek sevginin nasıl verilip, alınacağını öğrenmektir. Ruhun gelişimi demek, ruhun saf sevgiyi verip-alabilme kapasitesinin büyümesi anlamına gelmektedir. Sevgideki bu gelişim, erkek ve kadını, Tanrı'yı mükemmel bir biçimde ifade edecek biçimde üç kutsamayı yerine getirmeye yeterli kılan olgudur. Oluşum aşamasında, çocuk, bu sürece ebeveynleri, kardeşleri ve de yakın çevresi ile paylaşacağı sevgi alma-verme ilişkileri ile giriş yapar. Bu dönem süresince çocuk, aldığı sevgiye pasif karşılık veren bir yapı içinde olmakla beraber, büyüdüksıra, öncelikle koruyucu aile bünyesi içerisinde, almak kadar vermeyi de öğrenmeye başlar ve zamanla, karşılıklı sevgi alıp-verme kapasitesini geliştirir. Erkek va kadın, ancak böylesi olgun bir sevgi temeline sahip olduktan sonra, evlilik sevgisi boyutuna geçiş yapıp, koşulsuz bir ebeveyn sevgisi ile kendi çocuklarının tüm sorumluluklarını da üstlenebilecek yeterliliğe ulaşırlar.
Sevgi olgusu, Tanrı'nın belirlediği prensiplere uygun davranmaya paralel olarak gelişir. Birey, tam olgunluğa erişmeden önce, kendindeki sevgi kapasitesini yanlış yönlerde kullanmamak için, Tanrı'nın direktiflerini göz önüne alacak şekilde yönlenmelidir. İşte bu kritik noktalarda, ebeveynlerin, söz ve davranışları ile, gerçek sevgiyi çocuklarına aktarma gibi hayati bir sorumlulukları vardır. Tanrı'nın prensiplerine göre nasıl sevmesi gerektiğini öğrenen çocuklar, erkek ve kadın olmaya doğru büyüdüklerinde, erdemli yaşamlar sürüp, yaradılışlarındaki varlık amaçlarını da yerine getirebilirler. Gerçek ebeveynler, çocuklarını, olgunlaşıp, üç kutsamayı tam olarak yerine getirmeye yönlendirmede tam olarak yetkindirler. Bu pozisyondaki bir anne-baba, sahip oldukları bilgelik ve şefkat ile, çocuklarının ne zaman sağlıklı bir evlilik bağı kurabilecek olgunluğa erişip, ebeveyn olma sorumluluğu yüklenebileceklerini bilir ve doğru eş seçme aşamasında, sahip oldukları birikimler ile en bilinçli önerileri yapabilir.
Sevgi, kalbin, zaman ve mekanla sınırlı olmayan içtenlikli ifadesidir. Dolayısı ile sevginin bir kişi için programlanması ya da zor kullanarak alınması diye bir şey söz konusu değildir. Sevgi, özgürce verilip, alınmalıdır. Tanrı bu nedenle insanları, bilinçli seçimler yapabilecekleri özgür irade tabiatına sahip varlıklar olarak yarattı. İnsanlar, yaşamları boyunca çeşitli tecrübeler içerisinde doğru seçimler yaparak gerçek sevgiyi alıp-vermeyi de öğrenebilirler. Bir çocuğun, örneğin matematik alanında ustalaşması için, nasıl belli kuralları etüt edip, özümsemesi gereği var ise, benzer şekilde sevgi alıp-vermede ustalaşmak için de, kurulan ilişkilerin sevgi kurallarına ters düşmeyecek bir yapıda olması ve deneyimlerle zenginleşmesi gereklidir. İnsan kalbi, bir kez, bu olgunlaşma sürecini aştığında, sevgiye yönelik ifadeleri de, gerçek sevgi kurallarına ters düşmeden özgür ve içten geldiği gibi doğal ve samimi olur.
Tanrı, tüm sevgilerin kaynağı olduğu gibi, gerçek sevgi kurallarının da kaynağıdır. Tanrı'nın belirlediği kuralların dışında yer alan her türlü sevgi ifadesi yanlış ve sahte merkezlidir. Gerçek sevginin kuralları, Tanrı'nın prensip ve yasalarının da temelini oluşturur. Dinler tarihi boyunca, Musa'ya On Emir şeklinde verilip, insanlara ulaştırması istenen kanunlar, İsa'nın insanlara dağda vermiş olduğu vaaz ve de Muhammed'in öğretisinin temelini oluşturan İslam'daki beş ana şart, Tanrı'ya itaatsizlik gösteren insanlara, gerekli düzeltmeleri yapmalarına imkan sağlayacak önerilerle birlikte sunulan, bu tanrısal prensiplerdir hep. Tüm dinlerin esasını oluşturan kanunların tümü bir ana prensipten çıkış bulur: İnsanlar, Tanrı'nın sevgisini kötüye kullanmamalıdırlar. Gerek Kitab-ı Mukaddes gerekse de Kuran'da özellikle vurgulandığı gibi, bu, Tanrı'nın ilk erkek ve kadından uymalarını beklediği tek yükümlülük idi. Adem ve Havva, Aden bahçesindeki, belirli bir ağacın meyvesinin dışındaki her şeyden tatmakta alabildiğine özgürdüler. O belirli ağacın meyvesinden tatmamaları yönündeki kısıtlama ise, yaşamlarını, prensip dışı bir sevgiye merkezleyerek tehlikeye atmamaları yönündeki önemli bir uyarı idi. (bu konunun kutsal kitaplardaki anlatımlarını baz alan ayrıntılı açıklamalara, 7.konuda yer verilmektedir.)
Sevginin kuralları, birbirleri ile bağıntılı olmalıdır. İnsanlar, olgun bir ruh seviyesi ile doğmazlar. Ancak varlık amaçlarını yerine getirmek için, o seviyeye ulaşmak durumundadırlar. O nedenle, Tanrı prensiplerine göre belirlenmiş bir öğrenme süreci ile birlikte gerçek sevgiyi algılayabilecekleri tamamlanışa (kamil) doğru büyümek için, hür iradelerini Tanrı merkezli olarak kullanmak durumundadırlar.
Tanrı'nın belirlediği kurallar, insanın tam bir olgunluk seviyesine ulaşmasına yardımcı olacak bir takım direktifleri içermekle beraber erkek ve kadın, çocuk olarak yaşama başladıklarında, doğal olarak ne Tanrı, ne de belirlediği kanunlar hakkında yeterli bir anlayış ve birikime sahip değillerdir. O nedenle, o noktada, ebeveynlerin insiyatifi çok belirleyicidir. Tanrı'nın varlığından çıkış bulan ebeveynlik güdüleri ile yüklü gerçek ebeveynler, sevgi ve Tanrı'nın prensiplerini merkez alarak, çocuklarının Tanrı'nın tabiatını anlayıp, sevgisini ve prensiplerini büyüme süreçlerinin doğal bir parçası olarak öğrenip, uygulayabilmelerine öncülük etmelidirler. Bir erkek çocuk, babasını, bir kız çocuk ise annesini örnek alarak büyürler. Bir erkek ve kadının, Tanrı'nın yasalarını dolaysız olarak algılayıp, uygulayabilmeleri, ancak entelektüel ve duygusal gelişimlerini doğru yönde tamamlamalarından sonra mümkün olabilir.
Erkek ve kadınlar, gelişim süreçlerinin üç aşamasını da başarıyla aşıp, tamamen olgun olmadıkça, Tanrı'nın ancak belli bir sınırdaki ifadesi olarak kalmaya mahkumdurlar. Bu, Tanrı ve insanlar arasındaki iletişimin, insan gelişim süreci boyunca henüz yeterince olgunlaşmadıkça, yeterli serbestiye sahip olmayacağı, sınırlı olacağı u anlamına gelmektedir. Benzer şekilde, olgun ebeveynlerin, çocukları ile iletişimleri de çocuklar henüz yeterince olgunlaşmadıklarında, belli sınırlar içinde kalmak durumundadır. Çocuk, anlayış ve sevgide büyüdük sıra, ebevynleri ile ilişkilerini de daha tutarlı, sağlam zeminlere oturtabilir. Aynı şey, Tanrı ve insanlık arasındaki ilişki için de geçerlidir.
İnsanın belli bir gelişim sürecini aşmak durumunda olmasındaki amaç, kalp ve sevgi bütünlüğü içinde Tanrı'sı ile birlik oluşturup, O'nu tam olarak, O'na yaraşır biçimde yansıtabilmesine imkan sağlamaktır. Böyle bir seviyeye erişildiğinde insan sevgisi, Tanrı'nın gerçek sevgisinin bir ifadesi olarak gerçek sevgi olur ve insanın davranışları da tamamiyle Tanrı'nın iradesine uygunluk sergiler. Bu amaca ulaşmada erkek ve kadının, öncelikle Tanrı'nın söz ya da belirlediği kuralları dikkate alıp, uygulamaları gereği vardır. İnsanlığın gelişim süreci boyunca, Tanrı'nın, onlar ile ancak kanunları aracılığı ile iletişim kurmuş olması, insanların, Tanrı ile dolaysız bir iletişim kurabilecek gerekli şartları yerine getirememiş, dolayısı ile yeterli ruhsal birikimleri henüz edinememiş olmalarından ötürü, Tanrı'ya tam bir karşılık verecek yeterliliğe sahip bulunamamalarından kaynaklanmıştır.
Yaradılış bünyesinde insana tanınan ayrıcalıklar, kutsamalarla birlikte bir takım özel sorumlulukları da beraberinde getirir. İnsanların, özellikle de Tanrı'nın bir lütfu olarak yaratıcılık nitelikleri ile ödüllendirlimiş olmaları, onları, Tanrı'nın yaradılışı için tasarladığı planın gereği gibi yürütülmesinde kendi paylarına düşen sorumlulukları yerine getirmekle yükümlü kılmaktadır. Erkek ve kadın, mükemmelliğe olan yakınlıklarına ve de üç kutsamayı yerine getirmedeki başarı derecelerine bağlı olarak, kendilerine bahşedilmiş bu yaratıcılık özelliğinin tadına az ya da çok varabilirler. Tanrı'nın sözünü daima benliklerinin merkezinde tutmak, insanın birincil sorumluluğudur. İnsan bunu yerine getirmediğinde, gerçek anlamda olgunluğa ulaşmayacağı gibi, Tanrı'nın idealinin gerçekleşmesindeki hayati rolünü de yerine getiremez. Oysa bir kez, sorumluluğunu yerine getirdiğinde hem tamamen özgür olur hem de gerekli seçimleri yapma aşamasında zorlanmaz. Böyle bir durumda insanın yapacağı her seçim, Tanrı'nın iradesini de yansıtıyor olacağından, bir hata yapması olasılığı da söz konusu olamaz. Ancak bunun aksine gerekli sorumluluklar yerine getirilmediğinde, birey gerçek anlamda özgür olamaz ve bir kısır döngünün sıkıntısını varlığında taşır. Tanrı'nın iradesine uygun yükümlülüklerin tersi seçimlerde bulunan herkes, sonuçta O'nun prensiplerini ihlal eder ve de idealinin gerçeklemesine sekte vurur. Nitekim dünyadaki kötülük olgusu, ilk erkek ve kadının, kendilerine Tanrı tarafından verilmiş seçme özgürlüğünü, hür irade ayrıcalığını kötüye kullanarak, O'nun iradesini dışlamaları sonucu ortaya çıkmıştır.
Özetlersek, Tanrı, bir yanda insanların fizik gelişimleri için doğal çevreyi düzenlemek, ruhsal gelişimleri için de sevgi ve kanunlarını vermekle birlikte, insanların kaderlerindeki en belirleyici faktör, Tanrı'ya verdikleri karşılık ve O'nun iradesine karşı takındıkları tutumdur. Bir insanın kendi tamamlanışına katkıda bulunması, insanlığın bir bütün olarak gelişimi için çok küçük bir katkı oluşturmakla beraber (gerisini Tanrı sağlamaktadır çünkü), Tanrı'nın insanlar için söz konusu amacının gerçekleşebilmesi açısından, gözden kaçırılamayacak bir önem taşımaktadır. O nedenle, insan yaşamının temel hedefi, kendi payına düşen sorumluluğu yerine getirmektir.
Tanrı yasası, sevginin gereği gibi verilip-alınması için bir rehberdir. İnsanlar, Tanrı'nın yasalarına uyduklarında sevgi anlayışları Tanrı'nın gerçek sevgisine benzeyip, olgunlaşacak bir noktaya gelir ki, işte o noktada, insan, Tanrı'nın gerçek sevgisini hiç bir aracı olmaksızın duyumsayacağı, sevginin dolaysız egemenlik sahasına girer. Böyle bir seviyeye ulaşıldığında, Tanrı ve insanlar arasında oluşmuş bulunan sevgi bağının koruyucu gücü, erkek ve kadının düşünce ve davranışlarında söz konusu olabilecek Tanrı iradesine aykırı her türlü arzunun önüne set çeker. Ve yine o seviyede insanın iradesi, Tanrı'nın iradesi ile bütünleşerek, yalnızca Tanrı'nın hoşnut kalacağı biçimde davranmaya yönelir. Bu durumda, insan yaşamının hedefi ve bir gelişim sürecinin gerekliliğindeki amaç, Tanrı ile birlikte mükemmel bir uyum içinde var olmak ve olgunlaşmış bir sevgi anlayışı ile O'nun iradesini baş tacı ederek O'na itaat etmek olmalıdır. Bu ilişkinin niteliği, bir çocuğun ebeveynine korkudan ötürü değil de, sevgi ve duygu yüklü olduğu için itaat ettiği bir ebevyn-çocuk ilişkisi örneği ile tanımlanabilir. Böyle bir ilişki seviyesinde çocuk, ebeveynleri ile bir arkadaşlık ilişkisini paylaşabilir.
Üçlü Kutsama, ancak, insanlar, tamamen Tanrı'nın iradesine uygun, mükemmel uyuma sahip, gerçek sevginin koruyucu şemsiyesi altındaki aile ve toplumlar yaratıp, O'nun dolaysız sevgi egemenliğine girdiklerinde, tam anlamı ile yerine getirilebilir.
Yaratılan tüm diğer varlıklar gibi insanlar da, mutlak olgunluğa ulaşana dek üç aşamalı bir gelişim sürecini aşmak durumundadırlar. İnsanın gelişimi, mineral, bitki ve hayvanlarınkinden farklı olarak, zaman, mekan sınırlaması olmayan ve fizik bedeni varlık amacına uygun olarak yönlendiren bir de ruhsal unsura sahiptir. İnsan yaşamındaki en belli başlı hedef, üçlü kutsamanın yerine gelebilmesi için, sevgi anlayışında mükemmelleşmektir. İnsan bir kez fiziksel ve ruhsal olgunluğa erişerek ilk kutsamayı yerine getirdiğinde, gerçek bir sevgi ailesi ile birlikte, yaradılış üzerinde gerçek bir sevgi egemenliği kurup, ikinci ve üçüncü kutsamaları da yerine getirebilecek bir yeterliliğe ulaşır.
İnsanın yeryüzü yaşamındayken olgunluğa doğru büyümesi, ruh dünyasında sonsuz bir varlık alması öncesinde, aşılması gereken bir hazırlık dönemidir. Görünmez ruh dünyasının tabiatı ve beş fiziksel duyumuzla aygılayabildiğimiz fizik dünya ile arasındaki ilişkiye bir sonraki konuda yer vereceğiz.