|
Onarım Tarihinin Amacı
Soy Değişimi
Onarım Prensipleri
Onarım prensipleri ne şekilde işlemektedir?
Gerçek Ebeveynleri Karşılmak İçin Gerekli Temel
İman Temeli
Birlik Temeli
Dünyada En Son Onarılacak Şey Gerçek İnsani Sevgidir
Dini İşlevi
Diriliş
Dirilişin Dört Kuralı
Reenkarnasyon Düşüncesine Karşı Dönüşümlü Diriliş
Ruhların İnsan Yaşantısındaki Etkileri
Sonuç
Düşüş ile birlikte, Tanrı’nın, sevgisinin ürünü olan çocukları ile arasındaki yakın ilişki bağı yitirildi. İnsanlığın Göksel Ebeveyni olarak Tanrı, kendi kalp ve iradesini anlayabilecek masum, saf varlıklar yerine o noktadan sonra, günahlı erkek ve kadınla muhatap olma durumunda kaldı. Tanrı’nın sahip olduğu ebeveynsel sevgi dürtüsü, çocuklarını her nekadar sarıp, sarmalamak istese de, o noktada, onun sevgiye yönelik derin hislerini paylaşabilecek ve en büyük iradesi olan ideal bir dünya yaratılması sürecinde O’na yardımcı olacak niteliklere sahip kişiler olma özelliği yitirildiğinden, bu mümkün olamadı. Tanrı, düşüş sonrasında, adeta çocukları kıskanç ve isyankar yardımcısı tarafından kandırılarak kaçırılıp, öldürülmüş bir babanın acı ve olanca yalnızlığı içinde kaldı.
Kuşkusuz, Tanrı’nın iradesi sonsuz ve değişmez olduğundan, O’nun insanlığı yaratmasına neden olan amaçta, Adem ve Havva’nın düşüşlerinden sonra da bir değişim olmadı. Ancak, düşmüş erkek ve kadın açısından, söz konusu bu amacın gerçekleşmesinde gerekli insani sorumluluk payını yerine getirebilmek, son derece güç bir hale geldi. Adem ve Havva, Tanrı’nın çocukları, yaradılış dünyasının da efendileri olabilmeleri için gerekli içsel nitelikleri, düşüşle birlikte yitirdiler. Bunun sonucu olarak da, yaşam, insanlık için, gerek fiziksel, gerekse de ruhsal anlamda çok zor bir hale büründü. Tanrı’dan kopmanın getirdiği doğal bir sonuç olarak insanlar, nasıl erdemli bir yaşam yaşayabilecekleri ve fiziksel bütünlüklerini ne şekilde koruyabilecekleri gibi çok önemli anlayışlardan yoksun kaldılar. İçine düştükleri ve nasıl üstesinden geleceklerini de kestiremedikleri bu ruhsal bilgisizlik denizi içinde, birlikte yaşadıkları insanlar ve tabiat ile olan ilişkilerinde birbirlerine ters düşer oldular. Yaradılışın asal dünyasında, insanın doğal dürtüleri saf ve onları Tanrı’ya yönlendirici iken, düşmüş dünyada, bu doğal dürtüler, düşmüş tabiatlar tarafından yönlendirilmelerinin bir sonucu olarak, izlenildiklerinde insanları felaketlere sürükler bir yapıya büründüler.
Diğer tarafta, sonsuz verici kalbe sahip bir ebeveyn olarak, Tanrı, onca emek verdiği çok sevgili çocuklarının ne denli ciddi hatalar yapmış olurlarsa olsunlar, hiç bir zaman Şeytan’ın oyuncağı olarak kalmalrına seyirci kalamazdı. Ve nitekim de, her bir çocuğunun, sahip olması gereken tabiat ve amaca onarılması için gereken tüm çabaları gösterdi ve düşüş sonrasında insanlarını, yine onları yaratırken esas almış olduğu yaradılış prensipleri çerçevesinde onarma yoluna gitti. O nedenle yaradılışın Prensipleri, düşmüş insanların koşulları ile bağlantılı olarak, yeniden yaratma prensipleri ya da onarım prensipleri diye de adlandırılırlar. Bu konu, onarım prensiplerinin, insan yaşam ve tarihinde, gerek yeryüzü, gerekse de ruh dünyası merkez alınarak nasıl işleyegeldiğine açıklık getirmektedir.Düşmüş insanın temel eksikliği, kendisini, varlık amacını yerine getirmek üzere Tanrı merkezliliğe yönlendirecek ve gerçek sevgi ile büyütecek gerçek ebeveynler olgusundan yoksun olmasıdır. Gerçek ebeveynler olmaksızın, kaçınılmaz olarak insan, ilk atalardan miras alınan günahı kan bağı dolayısı ile, Şeytan’ın saldırılarına ve üzerinde haklar iddia ederek kullanmasına muhatapkalmak durumundadır. O nedenle, düşüş insanın onarımındaki temel nokta, gerçek ebeveynlik pozsiyonundan uzaklaşmış Adem ve Havva’nın yerine, bu pozsiyonu üstlenebilecek gerçek ebeveynlik pozsiyonunun tesis edilmesidir. Gerçek ebeveynler bir kez var olduklarında, gerçek sevgiyi aktarabilecek ve Şeytan’ın tüm sahiplenmelerinden uzak, yeni,arı bir soy, dünyanın gerikalanının örnek alacağı ve Tanrı’ya tamamiyle dönüş yolunu açacak biçimde geliştirilebilecektir.
Tanrı’nın iradesinin egemen olduğu ve Şeytan’ın insanlar üzerindeki baskılarına son verecek bir dünyayı, yalnızca gerçek ebeveynler başlatabileceği için, onarım tarihi, önce ikinci Adem olabilecek bir erkeği daha sonra ise, ikinci Havva olabilecek bir kadını onarmayı hedefler biçimde gelişmiştir. Bu pozsiyondaki bir erkek ve kadının oluşturacağı gerçek aile birimi, toplumların, milletlerin sonuçta da tüm dünyanın onarım için temel oluşturacaktır. Görüldüğü gibi, tarih, gelişigüzel gelişen bir olaylar dizisi değil, insanlığı, başlangıçtanbelirlenmiş amaca yöneltecek, ve gerçek ebeveynler kanlı ile düşmüş insanlığın bu amacın kavranmasına yönlendirileceği bir onarım sürecidir.
Soy Değişimi
Gerçekli tüm tarihsel şartlar tamamlanıp, bir kez gerçek ebeveynlik pozsiyonu tesis edildiğinde ve böylelikle kötülük elemanlarından tamamiyle arındırılmış yeni bir soy başladığında, düşmüş insanlığın tamamen şeytani elemanlar ve etkilenmelerden arındırılması süreci de başlayacaktır.Bu sürreç sonrasında, ğunahla yoğrulu erkek ve kadınların onarımları, Adem ve Havva’ya bağlı olarak gelişen soy çizgilerinin günahsız bir kan bağının başlangıcı olan gerçek ebeveynlerinsoy ağacına bağlanmalar ile sağlanmış olacaktır. Onarım tarihinin en belirgin içsel amacı, Şeytan’ın egemenliği altındaki gerçek soya değişimidir. Elinizdeki metin, ne insanlığı kurkaracak olan kişi ve onun eşini karşılayacak soyun hangi aşamalardan geçerek arındırıldığına yönelik tam bir bilgi vermeye, ne de düşmüş erkek ve kadının hangi yöntemlerle gerçek ebeveynler soyuna aşılanabileceklerini açıklamaya yeterli bir kapsama sahip olmamakla birlikte yine de okurun, onarım prosesinin ana hedefinin, düşmüş insanlığın kurtulabilmesi olayının ancak ve ancak bağlı bulunduğumuz soyun arındırılmış gerçek ebeveynler soyuna aşılanması kanalı ile mümkün olabileceğini, burada verilen açıklamalarla anlama noktasına ulaşacağını umut ediyoruz.
Onarım Prensipleri
Kişinin, onarım sürecini anlayabilmesi için öncelikle bu sürece egemen olan ve ona yön veren prensiplerin neler olduklarını bilmesi gerekir.
Tanrı, bir prensip Tanrı’sıdır. Tanrı’nın kendisi de, bu ilahi prensipler çerçevesinde vardır ve varlığnı sürdürmektedir. Yaradılış bünyesinde var olan her şey de, yine bu prensipler çerçevesind yaratılmıştır. Tanrı, düşmüş insanlığı onarma çalışmasını da yine bu ayne mükemmel prensipler çerçevesinde yürütmektedir. Tanrı’nın bakış açısından incelendiğinde, tarihin, gerçekte, onarım prensipleri ile şekil bulmuş bir onarım tarihi olduğu gürülecektir.
Onarım prensipleri ne şekilde işlemektedir?
Birinci Bölümde de açıklandığı gibi, yaradılış prensipleri, Tanrı’ya merkezli ideal bir dünya yaratılabilmesinin temelini oluşturur. Adem, Havva ve Başmelek bu prensipleri ihlal edecek biçimde davranarak, çarpık, sahta bir sevgi anlayışının ve prensip dışı ilişkilerin var olduğu bir dünya yarattılar. Onarımın en temel kuralı, insanların, düşüşün sonuçların, ancak ve ancak, düşüşe yol açan duygu, yaklaşım ve davranışları, gerisin geriye onardıklarında ortadan kaldırabilecekleri yönünde olanıdır. Adem ve Havva’nın en büyük hataları, Tanrı’nın söxüne iman ve itaatte başarısız olup, Tanrı’nı iradesinin aksi yönünde davranan Başmeleğe boyun eğmeleri olduğu için, onların bu hatalarının onarımı, Tanrı’ya mutlak itaat içinde bir iman yaşamı sürdürüp, O’nun düşmanlarının kalplerini sevgi ile kazanmakla mümkün olabilir. Insanoğlu, belli bir sorumluluk payı ile yükümlü kılındığından, Tanrı’nın bağışlaması ile gerçekleşecek onarım, insanın sorumluluklarını hangi oranda yerine getirdiği paralel gider. Başka bir değişle, erkek ve kadın, Tanrı’nın kendilerini tam anlamı ilekabul edebilmesi için, ellerinden geleni yapmalıdırlar. Gerçek bir sevgi Tanrı’sı olarak Tanrı’nın yegane arzusu, kalbinin çocukları ile bütünleşmesidir. Ancak, Tanrı’nın, o çok özel derin sevgisini düşmüş varlıklarla tam anlamı ile paylaşması mümkün olamayacağında, günahlı insanlar, öncelikle günahlarından tövbe edip, Tanrı’nın sözüne uyup, gerçek varlık amaçlarını yerine getirerek Ona dönme arzularında samimi olduklarını göstermek zorundadırlar. Bu şekilde davranmak Adem ve Havva tarafından tesis edilen itaatsizlik yönteminingerisin geri onarımını sağlar. Bu onarıma yönelik gerçekleştirilecek imanlılık ve itaat şartları, bedel şartları olarak adlandırılırlar. Onarım prensiplerinin esası şu şekilde özetlenebilir: Tanrı, günah unsuları ileyüklü insanları, ancak gereken bedel şartlarını yerine getirebildiklrinde onarabilir.
Insanların, ve özellikle de onarıma öncülük etmek üzere Tanrı tarafından seçilen birey, toplum ve milletlerin aşmak zorunda oldukları acı ve eziyetler, hep insanlığın Şeytan’ın egemenliğinden kurtulabilmeleri için gerekli bedellerin ödenmesi amacına yönelik şartlar olagelmiştir. Onarım sürecinde üç tip bedel şart vardır:
1-Eşit değerde bedel şartı: Her insan, başkalarına yaptığı yanlışlıktan sorumludur. Bu yalnış, ya aynı kişiye, ya da benzer durumda bulunsn bir kişiye, eşit değrde bir bedel şartı yaratılarak ödenip, onarılma durumundadır. Başka bir değişle, kaybın eşit değerinde bir karşılık ödenerek asal durum onaılı. Örneğin bir adam bir başkasının arabasını çalmış işe ya ayne arabayı ya da ayne değerdeki bir arabayı sahibine geri vermek durumundadır.(Tanrı’ya yönelik yapılan hatalar, insani şartlar terefi edilemeyeceği için Tanrı, onarımın bedeli olarak insanlardan asla eşit değerde bir bedel istemez.)
2- Daha yüksek değerde bedel şartı: Bir insan, bir hata yaptığı zaman yalnız yitirilen durumu değil, o hata farkını da onarmak durumundadır. Dolayısı ile yeni oluşturulacak bedel şartı, asal durumundan daha yüksek bir değerde olacaktır. Örneğin, İbrahim peygamber, kendisinden istenen hayvanları ikiye bölme şartını gereği gibi yerine getirmediği için, Tanrı, ikinci seferinde ondan, oğlunu feda etmesini istedi. Zaman içerisinde yerine getirilmesi gereken şartlı yerine getirilmediklerinde, onarım prosesini inanılmaz derecede karmaşık ve güç bir yöne sokabilirler. Onarım takdiri içinde kilit pozisyonu olan insanlar, yalnızca, kendi onarımları için değil, kendi atalarının, ailelerinin, toplumlarının, milletlerinin hatta ve hatta kimi kez tüm dünyanın onarımına yönelik şartları, kendilerinden beklenen misyona bağlı olarak yerine getirmekle yükümlüdürler. Düşmüş insanlığı şeytanın egemenliğinden kurtarmak yollanan peygamber ve diğer kutsal kimlikler, yardımcı olmak istedikleri insanlar adına gereken bedel şartlarını yerine getirmek durumundadırlar. Aynı kural içerisinde, gerçek ebeveynler olarak seçilip, Adem ve Havva’nın pozisyonunu onaracak erkek ve kadının da tüm insanlık için gerekli bedelleri ödemeleri gerekir. Bedel şartı yeryüzünde yaşıyor iken ödenmemişse, ruh dünyasında ödenmek zorundadır, ancak, o dünyada kişinin beden ayrıcalığı olmadığı için gerekli bedelin ödenmesi çok güçtür ve yeryüzünkünden çok daha fazla çaba gerektirir.
3- Daha düşük değerde bedel şartı: İnsanların, düşüş ve sonrasında günahlı bütünlüklerinin nesillere yayılması ile birlikte yitirmiş olduklarının değerini, tam anlamı ile ödeyebilmeleri mümkün değildir. Ancak yine de, Tanrı’ya yeniden dönme isteklerinde samimi olduklarını, yitirilenden çok daha düşük değerde de olsa belli sunular sunarak gösterme şansına sahiptirler. Tanrı, gerçek bir iman ruhu ile sunulan bu sunuları, o insanların günah borçlarının bir bedeli olarak kabul etmeye hazırdır. Onarım prosesinde, daha düşük değerdeki bedel şartları, genellikle, Tanrı’nın temsilcisi olan merkez figürlerin ödedikleri bedellerin nimetlerinden faydalanan bu kişilerin izleyenleri tarafından ödenir. Bir peygamberin ilk izleyenleri örneğin, o peygambere iman edip, onun direktiflerine uymakla onun ödemiş olduğu bedel şartları temelini rahatlıkla miras alabilirler. Hiç kuşku yok ki, bir yoldaki ayak izlerini izlemek, o yolu öncülük ederek bulmaktan daha kolaydır.Onarım prosesinin sonunda, gerçek ebeveynlik pozisyonunu ilk tesis den çiftçe oluşturulmuş bulunacak evrensel şartlar, kendilerine iman gösterecek tüm insanlar için, onların da gerçek ebeveynler olabilmeleri için gereken temelleri, o kişilerin sağlayacağı şartlar, ilk gerçek ebeveynlerinkinden çok daha kolay olmakla beraber, atmaya imkan sağlayacaktır. Onarımın sağlanması için, gerçek değerinden düşük bedel şartları ödenmesi prensibi, hiç bir zaman onarımın tam bedelini ödeyemeyecek günahlı insanlar için büyük bir umut temeldir.
Gerçek Ebeveynleri Karşılmak İçin Gerekli TemelBedel şartları, belli bir amaca yönelik olarak ve tam bir formül çerçevesi içinde ödenmek durumundadır ve keyfi bir proses içinde yerine getirilmezler. Bu süreç içerisinde, biri tarihsel, diğeri de bireysel olmak üzere iki temel hedef söz konusudur.
1- Gerçek ebeveynlerin ortaya çıkabilmesini sağlayacak temeli tesis edecek tarihsel hedef,
2- Gerçek ebeveynleri karşılayıp, kabul edip ruhsal olarak onlarım soyuna “aşılanmayı” mümkün kılacak bireysel temel
Gerçek ebeveynler için temel oluşturabilmenin iki aşaması vardır. İman temeli olarak adlandırılan ilki, Adem ve Havva’nın yitirmiş oldukları ilk şeyi, Tanrı’nın sözüne (meyveyi yememelerine yönelik komut) itaatsizlik hatasındaki iman açmazını onarmak, ikincisi ise, Adem ve Havva’nın asal günahsız tabiatlarından, günahlı düşmüş tabiat edinmelerine yol açan itaatsizliklerinin dünyadaki ilişkilerine yansıyan sonuçları, birlik temel ile onarmak..
İman Temeli
Tanrı’nın yeniden dönüş yapabilmek için günahlı insanların atmak zorunda oldukları ilk adım, Tanrı’nın sözüne kayıtsız şartsız iman temelleridir. İman, insanların kendileri için çok değer taşıyan bir şeyi Tanrı adına feda ederek, O’na sunmayı göze almaları ile ifade edilir. İnsan, bu şekilde davranmakla, Adem ve Havva’nın Tanrı’ya itaat yerine, kendi değerlerini yüceltme hatalarına, gerisin geri onarır. Dua, oruç, Tanrı’nın sözlerini etüt etme ve insanlara hizmet, hep bu hatanın telefi edilmeye çalışıldığı ve iman temelinin kurulmasına yönelik şart sunularıdır.
Adem ve Havva, Tanrı’nın iradesini karşılarına alıp, kendi arzularının peşinde koşarak, insanlığı çöküşe götürdükleri için, bu düşmüş tabiatların onarım insanın arzularını Tanrı’nın iradesi karşısında tamamen kontrol etmeyi gerekli kılar.Tanrı’ya mutlak boyun eğme sunusunun ardından bireyler, sahip oldukları en değerli şeyleri hatta en son aşamada kendilerini bile sunmaya hazır bir ruh seviyesini, ve Tanrı’yı memnun etmeyi herşeyin üstünde tutabilecek bir anlayışı yakalamak ve ruhsal olgunluğa ulaşmak için böylesi bir güç yolu izlemek durumundadırlar.
Yalnızca Tanrı’nın sözüne itaat eder bir tutum göstermek de yeterli değildir. Adem’in, olgunluğa erişmesine dek sürecek büyüme süreci içerisinde, Tanrı’ya iman ve itaatinin taşıdığı önemden ötürü, onun düşüşle birlikte yitirdiği imanı onarmak için belli bir zaman süresine de ihtiyaç vardır. Onarım sürecinin ana hedefi üç kutsamayı yerine getirmek olduğu için de, dörtlü durum temelinin tamamlanmasına bağlı olarak ve büyüme sürecinin üç aşaması kanalı ile bu dörtlü durum temellerinin yerine getirilebilmesi ile paralel giden iman temelini tesisi için, 4,12,21,40 gibi belli önemlere sahip zaman süreçleri sık sık gündeme gelebilir.
Sahip oldukları bu önemden ötürü, insanların Şeytan’dan ayrılma ve iman temellerini kurma aşamalarında, dinler tarihinde de sık sık örneklerine rastlanacağı gibi bu sayılar çokça geçer. Örneğin Kitab-I Mukaddes ve Kuran’da 4,12,21 ve 40 sayıları ortak sayılar olarak yer alırlar. Nuh, örneğin, imanını 40 gün süren yağmur ertesindeki 40 günlük tufan boyunca sınandığında gösterdi. Yakup, kendisini Tanrı katında zafere ulaştıran imanını ülkesi Kenan’a dönmeden önce, Haran’dan amcası Leban’ın yanında geçirmek zorunda kaldığı çok zorlu bir 21 yıl içerisinde kanıtladı. Musa ise, Tanrı’nın çağrısı üzerine, yaşantısı boyunca tam üç kez, 40 yıllık süreler halinde (Mısır’da, Midyan’da, Sina’da) zorlu iman sınavları geçirdi ve kavminin 12 lideri arasında iman temelini tesis etti. İsa’ya gelince, oda 40 gün süren bir orucu başarı ile tamamlayarak dirilişi sonrasında 12 havarisini yine 40 günlük bir süre içerisinde ruhsal anlamda besledi. Ve yine, Muhammed, misyonuna 40 yaşında başlayıp, ölümünden önceki 21 yıllık dönem içerisinde kendisinden beklenenleri başarı ile yerine getirdi.Bir insan, ancak, Tanrı’ya dönme isteğinde samimi olduğunu başarılı bir iman temeli ile gösterdikten sonra birlik temelini tesis edip, gerçek anlamda arınır ve asal kişiliğine onarılmada somut adımlar atıp gereken somut sonuçlara ulaşabilir. İnsanın asal, saf tabiatı sahip bulunduğu hizmetkar pozisyonundan hoşnut kalmayıp Adem ve Havva’nın sahip olduğu ayrıcalıklara ulaşmayı arzu ederek onları prensip dışı sevgi ilişkilerine yönelten Şeytan’ın etkilemeleri ile bozuldu. Böylece Şeytan’ın egemenliği altına giren Adem ve Havva, onun, kendine merkezlilik, itaatsizlik, kin, kendini beğenmişlik ve güç sahibi olmak için şehvet dahil herşeyi göze alma gibi prensip karşıtı tüm davranışlarını miras alarak, Tanrı’nın bakış açısına tamamen ters düştüler. Ve kendilerinden sonra gelecekleri, Tanrı’nın gerçek sevgi, yaşam ve soy elemanlarını aktaracaklarına, Şeytan’ın sahte sevgi, yaşam ve soyunu aşılayıp, Şeytan’ın gücünün gelişmesine katkıda bulundular.
Hiç hesapta olmayan bu gelişme sonrasında, insanlar, başlangıçta günahtan muaf asal bir tabiatı da barındırarak yaşamlarına başlamakla beraber, Şeytan’ın prensip karşıtı tabiatlarına da sahip oldular. Bu durum ertesinde, kötüye eğilimli düşmüş tabiat potansiyelleri ile, yalnızca Tanrı’yı ve iyiliği arayan asal tabiatlarımız arasında amansız bir mücadele de böylece başlamış oldu. Ancak heşeye rağmen, her düşmüş insanda, Şeytan’dan kurtulup, Tanrı ile birliği ulaşmaya susamış bir asal tabiat geçerliliğini korumaktadır.
Adem sahip olduğu pozisyonu, sahte sevgiye merkezlenerek yitirdi. O nedenle asal pozisyona yeniden dönebilmesinin tek yolu da gerçek sevgiyi yaşayıp, yaşatmasından geçmektedir. Adem figüründeki bir kişinin, yardımcı pozisyondaki kişiye Tanrı’nın sevgisini koşulsuz aktarması,ve böylece yardımcı pozisyondaki kişinin zorlama, baskı olmaksızın Tanrı saflığına onarılarak, kendi istemi ile Adem’I özne olarak kabul edebilmesi, onarımın esasını oluşturur. Böylesi bir birlik temelinin oluşmasında, öncelikli davranıp, Başmelek tarzı insanları kucaklayacak kişi, Tanrı tarafını temsil eden Adem pozisyonundaki kişi olmalıdır.
Adem figüründeki kişi, yardımcı figüründaki kişiye her ne zaman gerçek sevgisini ulaştırsa, asal tabiatı, kendisini, bencil, şeytani bir biçimde davranmaya özendiren düşmüş tabiatı üzerinde üstünlük sağlar. Aynı şekilde, yardımcı pozisyonundaki kişi de Adem figüründeki kişinin sevgisini geri çevirmeyip, ona itaat ettiğinde, kendisini Tanrı’nın sevgili itaatkar yardımcısı olmaya yöneltecek asal tabiatı, isyankar, düşmüş tabiatına üstün gelir. Böylelikle, insanların düşmüş tabiatlarının üstesinden gelerek, iyi, asal tabiatlarının, düşmüş tabiatları üzerinde özne olması ile sağlanan arınma, Adem ve yardımcı pozisyonuna sahip insanlar arasındaki iyi ve uyumlu ilişkiler ile gelişir. Bu onarım yöntemi tüm insanlık için geçerlidir. Tüm insanlar, miras aldıkları düşmüş tabiatları onarabilmelerine imkan sağlayacak şekilde kimi kez Habil, kimi kez de yardımcı pozisyonlarına konabilirler.
İnsanlar, gerçek ebeveynler için gerekli temeli, iman ve birlik temellerini kurarak düşmüş tabiatlarından somut bir biçimde arınma için yeterli kılınacakları bir süreç içerisinde atarlar. Tanrı’nın iradesini ve gerçek ebeveynlere yönelik planını ancak kötülük elemanlarından arınmış bir insan tam olarak algılayabilir. Dolayısı ile, ancak onarılmış bir insan, Tanrı’nın takdir çalışmasına engel oluşturmayıp, tam destek vererek Tanrı ile birlik oluşturabilir.
Dünyada En Son Onarılacak Şey Gerçek İnsani Sevgidir
Erkek ve kadın arasında yitirilen ilk şey, gerçek sevgi ilişkisi olduğu için, onarım prosesinde, en son onarılacak olan bu olgudur. İnsan sevgisinin tüm kötü elemanlardan tamamiyle arınması, tarihin yegane hedefidir. Gerçek sevgi, arınmışlığın bulunduğu yerde var olur ve düşmüş tabiatlardan arınma ya da onarım da, düşüşe yol açan sebepler değil, düşüşün yol açıtığı sonuçlar sahasında başlar. O nedenle, Adem ve Havva arasındaki sevgiyi onarma yolu, öncelikle yardımcı- Adem arasındaki ilişkinin onarımını gerekli kılar. Onarım tarihi, bu prensipin işlerliğine tanıklık eder. Tanrı gerçek sevgi standardını yerleştirecek gerçek ebeveynler için gereken temeller, sonuçlanan her bir takdirsel dönem içinde başarı ile tesis edildik sıra, erkek ve kadın arasındaki sevgi standardında da daha üst bir seviyeye ulaşılma şansı doğmuştur. Tanrı’nın Musa kanalı ile insanlara ulaştırdığı ilk esinleme olan ve zine yapılmamasını vurguladığı 10 emir dönemi öncesinde, erkek ve kadın arasındaki ilişkiyi düzenleyecek belli bir kurulu yasa bulunmamakta idi. İsa, çok daha sonra, Musa’nınkinden daha güçlü tarihsel temeller üzerinde geldiğinde ise, yalnızca zina olayının değil prensip dışı bir ilişkiye yönelik her hangi bir düşüncenin bile kabul edilemez ve zina ile eşdeğer olduğunu belirterek bir üst ruhsal standardı tanıttı. Tüm bu gelişmeler ile insanların, hem gerçek ebeveynlerden alacakları gerçek sevgiye hazırlanmaları, hem de zaman içerisinde bu standardı daha da yükseltebilecekleri bir anlayışa ulaşmaları hedeflendi. Hıristiyanlık felsefesinde örneğin (ve diğer bazı inançlarda) bekarlığın teşvik edilmesinnin ardında, gerçekte, bu amacın gerçekleşmesine yönelik arınmaya ulaşılması düşüncesi yatmaktadır.
Gerekli onarımlar sonucu, eşler arası arınmış sevgi olusuna bir kez ulaşıldığında, yeni bir soyun tesis ve insanlığın tam kurtuluş süreci de başlamış olacaktır. Tüm erkek ve kadınlar, gerçek ebeveynler ile tesis edecekleri ilişki kanalı ile, gerçek sevgi merkez alan bir arınmış soyun başlaması olayı, onarım tarihinin de başarı ile sonuca yaklaşmasına tanıklık edecektir. Çünkü böyle bir soyun başlaması için gerekli şartlar oluştuğunda, Şeytan’ın insanlar üzerindeki egemenliği de sonuna ulaşacak ve iyiliğin daha çok egemen olacağı bir döneme geçit verecektir.
Dinlerin ortaya çıkış nedeni, insanları, gerçek ebeveynleri karşılamaya ve kendilerinin de gerçek ebeveynler olabilmeleri için gerekli iman ve birlik temellerini atmaya hazırlayacak şekilde yönlendirmektir. Burada göz ardı edilmemesi gereken nokta, dindeki kuralların kendi başlarına bir amaç olmadıkları fakat insanların gerekli arınma düzeyine ulaşabilmelerine yardımcı araçlar olduğunun anlaşılmasıdır. Birey, Tanrı'ya iman gösterme ve diğer bireylerle uyumlu ilişkiler kurma yolu ile, onarım için gerekli şartları tesis eder. Bu sürecin sona erdirilmesindeki, dolayısı ile dindeki temel hedef de, şeytani etkilerin tümünden muaf arıtılmış bir soyun başlamasına imkan sağlayacak zeminlerin yaratılmasıdır. Gerekli şartlar bir kez tesis edildiklerinde, gerçek ebeveynlerin ortaya çıkıp, bu amacı gerçekleştirerek diğer insanların da kendi onarılmış soylarına aşılanabilecekleri yol açılır.
İnsanlığın, tarih boyunca gelmiş geçmiş onca peygamber ve bilge kişilerin büyük çabalarına rağmen halen günah içinde boğuşuyor olması, onarım sürecinin henüz tam anlamı ile başarıyla sonuçlanamamış olduğunun göstergesidir. Dolayısı ile dinlerin misyonları da henüz tamamlanabilmiş değildir. İnsanlar, dinlerin de öğrettiği gibi ancak Tanrı'ya itaate yönelik sorumluluklarını tam olarak yerine getirdiklerinde, onarım için gereken şartlar tamamlanabilir.
Dinler tarihi, bu itibarla, insanlık tarihi içinde sebepsel ve merkezi bir yere sahiptir. Tanrı'nın insanlık için söz konusu en büyük tasası, yaradılış amacını yerine getirecek Adem ve Havva'nın onarımına yönelik gelişmeleri içerir. Tanrı tarafından onarım takdirini yürütmek üzere seçilmiş bulunan kişi ya da gruplar, Tanrı'nın belirlemiş olduğu kanunlara uyup, misyonlarını yerine getirmede öncelikli sorumlu birimlerdir. Bunlar başarıya ulaştıklarında, Tanrı'nın seçilmişleri olarak kutsanırlar, başarısız olduklarında ise, ilahi takdirin gecikip, ertelenmesindeki hayati rollerinden ötürü söz konusu olacak sorumluluklar, ya kendileri ya da kendi soylarından gelecek olanlar tarafından üstlenilirler. Dinler tarihi dışında kalan diğer tüm tarihi gelişmeler, onarım tarihi içerisinde, dışsal anlamda ne denli önemli görünürlerse görünsünler yine de ikinci planda yer alırlar ve bu çerçeve içinde değerlendirilmeleri yerinde olur.Düşüşle beraber, insanlar Tanrı ile olan yakın ilişki zeminini yitirdiler. Tüm sevgilerin kaynağı olan Tanrı'dan kopmuş olmak, gerçekte ruhsal anlamda ölmek ile eş anlamlıdır. Adem ile Havva'nın sevgi ilişkilerine müdahale eden Başmelek, gerçekte onları ruhsal anlamda öldürdü. .
O nedenle, düşmüş insanların onarımı, sahip oldukları ölü ruhların dirilişi olarak açıklanabilir. Kitab'ı Mukaddes ve Kuran’da bu konuya yönelik yer alan açıklamalar, kimi kez yanlış anlaşılmış ve sanki fiziksel anlamda bir diriliş söz konusu imişcesine yorumlanmıştır. Ancak, yaradılışın prensiplerine göre, bir insan olduğu zaman, ruhu, bedeninden, ruh dünyasında yaşamını sonsuza dek sürdürmek üzere ayrılır. Üstelik, diriliş, bedenlerimizin değil, ruhlarımızın ihtiyaci vardır. Yeni bir beden giyinmekle, Tanrı’ya daha da yakınlaşmak gibi birşey söz konusu olmayacağına göre dirilişin bedensel olmaklığı iddiasının geçerli bir mantığı yoktur.Günah unsurları içerisinde bocalayan insanlar için diriliş süreci, yaradılış prensipleri bünyesi içerisinde yer alır. Dolayısı ile yaradılış prensipleri, yeniden yaratma prensipleri ya da diriliş prensipleri olarak da adlandırılabilirler. Diriliş süreci içinde egemen olan dört ana prensip vardır:
Bunlardan ilki, dirilişin, Tanrı'nın söz ve gerçeğine bağlı olarak yer aldığıdır. Tanrı, sözü ile yarattı ve Adem ve Havva'ya da gelişimlerini tamamlamaları için, rehber olması için sözünü verdi. Düşüş sonrasında ise Tanrı, insanların gerçek varoluş amaçlarına yeniden yönelebilmeleri için sözünü ulaştırmaya devam etti. Dinlerin temelini de zaten, Tanrı gerçeğinin bu yöndeki esinlemeleri oluşturur. Tanrı'nın öneri ve komutlarına uymakla, düşmüş insan ruhu, Şeytan'dan uzaklaşıp, Tanrı ile bir olacağı noktaya doğru, Tanrı'nın gerçeğini öğrenip, uygulaması oranında adım adım büyür.
İkinci kural, dirilişin üç aşamada yer aldığı gerçeğidir: oluşum, gelişim, ve tamamlanış. Düşüşle birlikte , Adem ve Havva ulaşmış oldukları gelişim aşamasının en üst düzeyinden, oluşum aşamasının da aşağılarında bir yerlere düştüler. Böylece onarım takdiri yürürlüğe girdiğinde, öncelikli ilk amaç, bu seviyeye dek inmiş insanları, bulundukları o seviyeden, tamamlanma aşamasının, Tanrı'nın dolaysız sevgi egemenliğinin söz konusu olduğu en üst seviyesine dek onarılmaları oldu.
Üçüncü kural, insan ruhunun, büyüyebilmek için ancak bedeni aracılığı ile sağlayabileceği canlılık elemanlarına ihtiyacı olduğu için, bir fizik bedene gerek duyulduğudur. Bu, hem yeryüzünde yaşamakta olan insanlar, hem de ruh dünyasına göç edip de, bedenlerinden sıyrılmış ruhlar için geçerlidir. 5. konuda da açıklandığı gibi, fizik yaşamları sona eren ruhlar, tam olgunluğa ulaşabilmek için, Tanrı ve insanlık adına iyi işler yapmakta olan insanlara yardım edip, onları yönlendirerek ortaya çıkacak güzel sonuçlarla paralel biçimde ruhen daha üst seviyelere yükselmeyi amaçlamaktadırlar.
Tanrı tarafından önemli takdirsel görevler üstlenmeleri için çağrılan erkek ve kadınlar kaçınılmaz olarak takdirsel gelişime mümkün olduğunca dolaysız katkıda bulunmak isteyen bu ruhların ilgilerine muhatap olup, desteklerine sahip olurlar. Ancak göz ardı edilmemesi gereken nokta,
iyi ruhlar her ne kadar Tanrı'nın seçilmiş insanlarının misyonlarını kolaylaştırmada önemli yardımlarda bulunsalar da, yeryüzündeki insanlar, onarım, yeryüzünde yer alacağı için akıl ve bedenlerini birleştirerek ruh dünyasındaki ruhlar üzerinde özneliklerini korumak durumundadırlar.Dördüncü kural, dirilişin, çağın sağladığı gelişim ve nimetler oranında gerçekleşebilirliğidir. Bir üst seviyedeki ruh sahasına ancak, Tanrı'nın seçilmiş bir merkez figürü, gerekli onarımları sağlayıp, o sahayı açtıktan sonra girilebilir. Onarım tarihindeki Konfüçyus, Buda, Musa, İsa ve Muhammed gibi büyük önemi olan merkez figürler, kendilerini izleyenler için, dirilişle birlikte ulaşılan yeni sahalara öncülük ettiler ve kendilerinden sonra gelenler de onların başarıları ile ulaşılan yeni ruhsal seviyenin nimetlerinden faydalanma şansına böylece sahip oldular.
Onarım tarihi içinde, yeryüzünde atılan her başarılı temel, yeni bir diriliş sahasına geçilmesine de imkan sağlar. Öyle ki, her bir diriliş döneminin ardından yeryüzünde yeni aydınlanma dönemleri yaşanır, yeni uygarlık gelişimleri gündeme gelir. Ruh dünyasında da varlık olarak o güne dek ulaşılmamış yüksek ruh anlayışlarına erişilir. Yeni açılan diriliş sahaları, bu sahaların oluşmasına öncülük eden kişilerin iman ve eylemleri ile birlik oluşturan herkese açıktır. Dirilişin son aşaması, yani insanların Tanrı ile tamamen birlik oluşturacağı nokta, gerçek ebeveynler tarafından öncülük edilerek oluşturulacak ve onlar kanalı ile diğer insnalar için de geçerli olacaktır. Tam bir diriliş, Tanrı'nın yaradılış için söz konusu olan iradesi başka şekilde gerçekleşemeyeceğine göre, istisnasız tüm insanlık için söz konusudur.
Reenkarnasyon Düşüncesine Karşı Dönüşümlü DirilişFizik yaşamları sona erdikten sonra ruh dünyasında yaşamaya başlayan ruhların, tam bir ruhsal olgunluğa ulaşıncaya dek yeryüzündeki insanlara yardımcı olmaları gerektiği için, yeryüzünde yaşamakta olan insanların yaşantılarında, görünür olmamakla birlikte çok aktif etkileri söz konusudur. Özellikle de takdirsel açıdan önem taşıyan dönüm noktalarında ve Tanrı'nın yeni bir merkez figür kanalı ile yeni bir diriliş sahası açma girişiminin ağırlıklı olduğu dönemlerde bu çok yoğun bir iletişime dönüşür. Merkez figür ve ilk izleyenleri bu yeni diriliş sahasına girmeye hak kazanan ilk kişiler olmakla beraber, onlara eşlik edip yardımda bulunan ruhlar da bu dirilişten pay alırlar. İşte ruhların, yeni bir diriliş sahası sürecinde yeryzündeki insanlarla işbirliğine girme olayına dönüşümlü diriliş adını vermekteyiz. Böyle bir ortam oluştuğu zaman, yeryüzünde yaşayan insanların vizyonlar görüp, sesler işitmesi, ya da yaşamlarında mucizevi olaylara tanık olmaları gibi pek çok ruhsal fenomena çok sık biçimde gündeme gelir.
Bu dönüşümlü diriliş olayı, kimi çevrelerce, ruh dünyasına göçen nakamil ruhların, yarım kalmış dünyevi sorumluluklarını tamamlamak için yeni bedenlere girmeleri şeklinde hatalı bir şekilde yorumlanmaktadır. Bu yöndeki reenkarnasyon anlayışının dayandığı nokta, bireylerin yanlış davranışlarının yük ve sonuçlarını ancak fiziksel yaşama bu tipte bir dönüşle ödeyebilecekleri yönündedir. Ancak bu doğru değildir, dünyada yol açılan yanlış davranışların sonuçlarının bedelleri, o davranışlara dünyadaki yaşantıları süresince yol açan ruhların, halen dünyada yaşamakta olan iyi insanlarla yaptıkları işbirliği sonunda elde edilecek iyi neticelerle ödenebilir. Örneğin, bir dini lider, çok önceden ruh dünyasına göç etmiş üstün nitelikli bir kutsal kimliğin varlık ve yardımını hissedebiliyorsa, bu, o kutsal kimliğin, Tanrı'nın takdirine katkı ve kendi dirilişini daha üst noktalara çıkarmak için o kişiye yardımcı olduğu anlamında alınmalı, kesinlikle o kişinin bedeni içinde o kutsal kimliğin, yeni bir yaşama başladığı şeklinde yorumlanmamalıdır. Her insan, yalnızca kendi şahsına ait bir ruh özelliği ile doğar. Bedeninden ayrılıp, ruh dünyasında yaşamını sürdürmekte olan bir ruhun, fizik yaşamını sürdürmekte olan bir insanın bedenine girme teşebbüsünün başarıya ulaşması ise ruhsal posesyona yol açar.
Ruhların İnsan Yaşantısındaki EtkileriRuh dünyasında yaşamakta bulunan ruhların yeryüzüne diriliş için inme ihtiyaçları, kimi kez, diriliş olgusu ile direkt ilgisi olmayan değişik ruhsal fenomenalara da yol açabilir. Pek çok akıl hastalığının gerisinde, akıl ve beden uyumundan büyük ölçüde yoksun olan nakamil ruhların, dünyada yaşamakta olan insanlar üzerindeki etki ve yünlendirmeleri yer almaktadır. Sözlerini davranışları ile bütünleştiremeyen insanlar, kendilerinin düşünce ve davranışlarını etki altına almayı bekleyen a nakamil ruhlara, yaşantılarına müdahale ve etki etme zeminini yaratabilirler. Kişi, böyle bir motivasyona sahip ve ruh dünyasında yaşamını sürdürmekte olan bir tanıdığının ya da benzer düşünce ve davranış zemini oluşturduğu bir başka baskıcı ruhun bencil amaçlarını gerçekleştirme isteklerine nesne oluşturabilir. Ancak, yalnızca, varlık amaçlarını henüz algılayamamış alçak seviyeli ruhlar, yeryüzünde yaşamını sürdürmekte olan bir insanın yaşamına negatif bir biçimde müdahale etmeyi düşünebilirler. Ruhsal posesyona ve obsesyona yönelik tüm vakalar, ki psikologlar bunları çoğulcu kişilik problemeleri olarak adlandırmaktadırlar, bu tip, zarar verici ruhsal müdahalelerdir. Akıl rahatsızlıklarının tamamen ortadan kaldırılabilmesi, öncelikle akıl-beden birliğinin Tanrı merkezli olacak bir şekilde sağlanıp, düşük seviyeli ruhların tam dirilişi sağlanması ile mümkün olabilir.
Düşmüş tabiatlar, her zaman alçak seviyeli ruhlar için çok çekici zeminler oluşturur. Bu tip ruhlar, yeryüzünde yaşamakta olan insanların düşmüş tabiatlarını daha da güçlendirirlerken, yüksek nitelikli ruhlar, yeryüzünde yaşamakta olanlara, daha olgun insanlar olmalarına yardımcı olacak iyilik güçlerini artırmaları yönünde katkıda bulunurlar. Dolayısı ile bir insanın yaşamının niteliği ve değeri, kendisi ile bağlantı kuracak ruhun düzeyini de belirler.
Alçak seviyeli bir ruh, yeryüzündeki iyi bir insana karşı tavır alırsa, o kişi Tanrı'nın iradesini yerine getirmede güçlük çekebilir. Ancak, kişi, iyilik tabiatından tüm baskı ve güçlüklere rağmen ödün vermediğinde, hem kendisi daha yüksek bir ruh seviyesine ulaşır hem de ona baskı yapan ruh aynı oranda eğitilir. O nedenle, ruhsal ogunluğunu koruyup, Tanrı'nın prensiplerine her ne koşulda olursa olsun bağlılığını sürdüren erkek ve kadınlar, kendileri ile ilişkisi olan ruhlar açısından da belli yararlar sağlarlar: yüksek nitelikli ruhlar, o insanlarla işbirliği yaptıkları için daha da üst seviyelere ulaşır, alçak seviyeli ruhlar ise, yine o kişilerin ödün vermez prensip merkezli davranışları sayesinde eğitilebilir ve öğrendiklerini uygulama yolu ile de onlar da ruhen büyüme şansına sahip olabilirler.
Onarım ya da kurtuluş, erkek ve kadınlar yaşamlarına yönelik sorumlulukları üstlenip kendilerini kayıtsız şartsız gönülllülükle Tanrı'ya adadıklarında gerçekleşir. Benliklerini bu şekilde Tanrı'ya adayan bireyler, iman ve birlik temellerini kurmuş ve düşmüş tabiatlarının üstesinden gelmiş arınmış varlıklar olarak gerçek ebeveynleri karşılamaya hazırlanmış olurlar. Onarım tarihinin ana amacı, gerçek ebeveynleri karşılayabilecek bir temelin yaratılması ola gelmiştir. Şeytan'ın kötülük egemenliği yalnız ve yalnız gerçek ebeveynler geldiğinde sona erip, Tanrı'nın ideal dünyasına geçiş verebilecektir.
İnsanlar, onarım için gerekli bedel şartlarını yerine getirdiklerinde, düşmüş ruhları, Tanrı'dan kopmuş olmanın getirdiği ölümden, Tanrı ile bir bütün olacakları yaşama geçiş yapıp, diriltilecektir. O nedenle, onarım tarihi, aynı zamanda diriliş tarihidir de. İnsanlığın tarih gelişimi süresince yaptığı ilerlemeler, göstermiş oldukları insani çabalar ile paralel gider. İnsanların iman yaşamlarında tam bir tutarlılık, bağlılık sağlanmadıkça onarım-diriliş prosesi ilerleme kaydedemez. Tanrı, pek çok temsilci ve peygamberi, gerçek ebeveynlere hazırlık olmak üzere, insanlığın anlayış açmazlarını göz önüne alarak onların bilgi temellerini yükseltip gereği gibi aydınlatarak ruhta güçlendirmek amacı ile yolladı.
Bu konuda açıklanmaya çalışılan onarım prensipleri, en iyi, yer aldıkları zaman dilimi içindeki tarihsel uygulamaları içerisinde anlaşılabilir. Bu açıklamalar incelendiğinde görülecektir ki, sözü edilen prensipler, hiç bir işlerliği olmayan bir soyut teoriler bütünü değil, aksine düşmüş insanlığın günahlarından arınmasına katkısı olan ve takdirsel tarihi de ideale doğru yönelten yegane araçlardır. Daha sonraki konularda, prensip ıaçısından değerlendirilen tarihi olaylara yönelik açıklamalar, bu prensiplerin, takdirsel pozisyonlara sahip birey, aile, kavim ve milletlerin yaşamlarında nasıl işleyegeldiklerine ışık tutacaktır. Bu prespektif içinde, ilk olarak, ana aile birimi olarak Adem ve Havva ailesini ele alacağız.